38. Bölüm: "İhanet."

760 21 18
                                    




Kısa ama dolu dolu bir bölüm...

Yorumlarınıza ve oylarınıza muhtacım sevgili okurlarım...

İyi okumalar ♥



"Ben hep sorgulardım mesela... Neden evimizde ve evimizin dışında sayısız koruma var diye. Biz kimden korunuyorduk? Basından mı? Bizim düşmanımız kimdi? Neden eğlence mekanlarına dahi korumalarla gidiyorduk? Neden bir adım ötemizde bizi koruyan insanlar vardı?" dedim sessizce. "Ama şimdi anlıyorum. Karanlık bir taraflarınız varmış baba. Sen elini kana bile bulamışsın." Kalbim daralıyordu. "Sen nasıl yapabildin bunu? Bizden onca şeyi saklamayı vicdanın kaldırabildi mi?"

"Yargısız infaz? Şaşırtmadın kızım." dedi sigarasından bir nefes çekerken. "Benim... Masum insanlara zarar verebileceğime ihtimal verdin mi? Bunu düşünmeyi vicdanın kaldırabildi mi? Hiç mi beni anlamak için çaba sarf etmiyorsun? Gözünde bu kadar... Bu kadar mı değersizleştim?" Elleri titriyordu. "Kızıma kavuştum, sevinemedim, yeni bir kızım dünyaya geldi, sevinemedim, kurtulduk tüm dertlerden dedim, yine sevinemedim. Çünkü, bana nefretle bakan şu gözler dünyada en kıymet verdiğim insana ait. Sen bana gülmüyorken, bir başkası kahkahalarıyla kulaklarımı doldursa ne yazar?"

"Bunlar seni aklamaz. Kötü insanların cezasını devlet keser. Allah'ın yarattığı bir kulu, kolay kolay öldürmek akla ve mantığa sığmayan bir şey-"

"Vatan hainlerini kolay kolay öldürmek öyle akla ve mantığa sığan bir şey ki, elinde olsa bir başladın mı bırakamazsın güzelim."

"Vatan haini?"

"Bunları bilsen yeterli. Ben masum veya suçlu birini değil, vatanıma ihanet eden birilerini öldürüyorum. Ve kızım, bunu yapmak sandığın kadar zor değil. Aksine, bana göre ölümün rahatlattığı tek ortam, bir vatan haininin leşinin bulunduğu yerdir."

"Bunları sakladın ama baba. Yapmamalıydın... Bilmeyen iki kişiden biriyim ve bu ailede bizden birçok şeyin saklanması hiç de hoşuma gitmiyor. Biz büyüdük. Artık neşemizin sönmemesi için bizden gerçekleri saklamayın çünkü çoktan söndü bile." dedim ağır ağır başımı sallarken. Kendimi onaylıyordum gibiydi. "Nasıl toparlanabileceğimi hiç düşündün mü sen? Göğsümdeki yükün ne denli ağır olduğunu tahmin edebildin mi sen baba?" diye sorduğumda cevap veremedi. Sessiz sessiz baktı yüzüme. Gözlerini ağır ağır kırpıyor, bana derince bakıyordu. "Artık kaldıramıyorum. Yemin ederim kaldıramıyorum. Ve hiçbiriniz de üstümdeki ağırlığı sırtlamak için bir girişimde bulunmuyorsunuz. Yakında bu yükler beni yıkacak ve ellerimden kayıp giden tek şey hayatım olacak." Hala susuyordu. "Susma baba, niye susuyorsun? Laflarım ağır mı geldi yoksa?" Güldüm. "Ohooo, sen bir de yaşa bunları! Tecavüz edil, bilinçaltın sikip atılsın, abinin ölüm döşeğinde olmasına sebep ol; azıcık ağla, bensin. Sonra aptallıklar da yap tabii. Herkesi affet. Kimse seni affetmesin. Yine de affet işte, dünya geçici de, yarın ölürsen içinde ukde kalacak, boş versene de kendine. Sonra düşün. Niye yaptım diye, niye affettim diye... Çünkü pişman olacağını ufaktan ufaktan hissetmeye başladın. Ama artık çok geç, çünkü kimsenin sana vermediği güveni, sen karşındakine çoktan verdin."

"Damla... Çok haklısın, yemin ederim ki haksız olduğun tek bir nokta yok. Ama seni tüm bu yaşadıklarına mahkum bırakan, seni kurtarmak için ufak bir icraatta bile bulunmayan, seni acınla baş başa bırakan birini, abini bu kadar kolay affedemezsin..." Başını iki yana salladı. "Evet abin senin için çok değerli, hatta belki şu hayatta senin için en değerli insan o ama hiç kimse bu kadar kolay affedilmemeli."

"Eğer size söylemeye kalksaydı, ölebilirdim."

Güldü. "Benim gücümün farkındayken mi? O kendine gelecek zarardan korktu çünkü seni ne olursa olsun koruyacağımı biliyordu."

ERİK AĞACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin