🎼Hooverphonic - Mad About You
...
Kapımda beliren yemekleri saymayı bırakmıştım, ağzıma sürmüyordum. Hepsi dokunulmamış bir şekilde geldikleri yerde bekliyordu. Açlıktan midem dümdüz olmasına rağmen yememeye kararlıydım.
Onu da görmemiştim, son görüşmemizden sonra uğramamıştı. Bir haftanın gelmiş olduğunu düşünüyordum, belki geçmişti bile, emin değildim. Hiçbir uykum derin olmasa da sadece uyuyup uyanıyordum, bazen bacaklarım açılsın diye hücrenin içerisinde ileri geri yürüdüğüm oluyordu, bütün hareketim bu kadardı.
İçinde bulunduğum zindana bağlı olan, hiç sönmeyen ateşlere sahip şamdanların aydınlattığı odayı izlemekten her bir noktasını ezberlemiştim. Duvarların sağ tarafında insanların bileklerini bağlamak için olduğunu tahmin ettiğim iki çift zincirli kelepçe vardı. Kaç kişinin bu duvarlarda işkence görüp şu an içinde yattığım zindanda öldürüldüğünü düşünmek gittikçe aklımı kaybetmeme sebep oluyordu.
Yaklaşan ayak seslerine kulağımı verdim, sanırım artık sona gelmiştim. Parmaklıkların tam karşısındaki duvara bağlı olan kapı açıldı. Bu sefer o lanet dumanlı gölgeleriyle tam önümde belirmek yerine bacaklarını kullanıyor olmasını şaşkınlıkla karşıladım.
İçeriye doğru adım atan Marvic her zamanki gibi siyahlar içerisindeydi. Değil başka renk kullanmak, muhtemelen gözleri siyah dışında hiçbir rengi kabullenip görüş açısına almıyordu. Belki bu adamdan kaçmanın en mantıklı yolu tamamen gökkuşağına ve çiçeklere bürünmekti.
Odanın ortasında ellerini arkasında bağlayarak karanlık bir ifadeyle yüzümü incelemeye başladı. Sırtımı yaslayarak oturduğum yerden hareket etmemiştim, aynı ifadeyle ona karşılık verdim.
"Veda zamanımız geldi prenses. Parşömenleri almak için şehre gidiyoruz."
Ağzımdan histerik bir kahkaha çıktı.
"Sana yanlış kişiyi aldığını söyledim. Konsey sana bir şey vermeyecek. Ben hiç kimseyim." Kollarımı iki yanıma doğru açarak omuz silktim.
Dudağının bir kenarı yukarı doğru hafifçe kıvrıldı.
"Gözlemlerim aksini söylüyor."
Çenesini hafifçe kaldırarak zindanın kapısını işaret etti. Acele etmeden oturduğum yerden kalkıp ağır adımlarla kapıya doğru ilerledim. Kapıya yaklaştığım an belli belirsiz gördüğüm gölgeler kapıyı benim için açtı. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan önüne kadar yürüyüp bir adım kala durdum.
"Parşömenleri sana vermediklerinde bana ne olacak? Oracıkta öldürecek misin? Yoksa bu duvardakilerle aynı kaderi mi paylaşacağım?" Bir elimde duvardaki zincirleri işaret ettim. Gözleri elimle işaret ettiğim yere doğru kayarken çarpık gülüşü iyice derinleşti.
"Ah, Cara. Bundan daha çok eğleneceğimizi düşünüyorum."
Cevap vermemi beklemeden gölgelerini harekete geçirdi, isli duman çevremizi sararken bana doğru uzattığı eliyle kolumu sıkıca tuttu. Duman ve gölgeler çevremizi tamamen sarmış, sanki koca bir hiçliğin arasında bizi tek bırakmıştı. Bana dakikalar sürmüş gibi hissettiren bir saniyenin sonunda gölgeler dinmeye başlamış ve Konsey kutlamalarında gördüğüm tanıdık duvarlar etrafımızda belirmeye başlamıştı.
...
O gece insanların kalabalığından buranın ne kadar büyük olduğunu fark etmemiştim. Devasa yüksek tavan tıpkı Valery'nin evi gibi altın detaylarla doluydu. Sarayın büyük giriş kapısı her iki yanından da yukarıya çıkan döner merdivenlerin tam ortasındaydı. İçi de tıpkı dışı gibi oldukça görkemliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök ve Gece
FantasyCara'nın elinden alınan hayatı için intikam yemini ettiği adam, yaşadığı büyülü toprakların en büyük kabusuydu. Karanlığın Çocuğu. Kaderlerinin daha onlar doğmadan önce bir kehanetle birbirine bağlandığını bilmiyordu. Geçmişinin gölgesi olan bu ad...