🎼 Franz Ferdinand - Slow Don't Kill Me Slow
...
Marvic.
Geçit, çorak arazinin ortasına açılmıştı. Çevreye göz attım, uzakta belli belirsiz gözüken bir vadi dışında hiçbir şey yoktu.
Regina yanımda yürürken Meyrik'in arkamızda attığı her adımda burnundan çıkardığı zorlanmış nefes sesleri duyuluyordu.
"Büyü bozulmamış olmasına rağmen nasıl hala o kadınla birliktesin Mephistopheles?"
"Kader." Cevabımdan hoşlanmamıştı, öfkeli ve sabırsız bir nefes verdi.
"Nasıl tanıdın?"
"Ben değil. Gölgelerim."
"Gölgelerin öldürmek dışında bir işe yarıyor demek. "
Bu soruya bir cevabım yoktu. Zihin unutsa da beden unutmaz, Titus'tan işe yaramayan bir bilgi daha. Cara çalıştıkça bütün güçlerini hatırlıyordu ama ben gölgelerimin onu arzuluyor olması dışında neden ona çekildiklerini çözemiyordum.
"Nasıl tanıştığınızı sana anlatmayı çok isterdim. Ne yazık ki onu hiç kimseye göstermediğin için hakkında bir şey bilmiyorum, adını bile... Sahi Marvic, neye benziyor?"
Regina Cara hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bu, içimi rahatlatmıştı. Ne kadar az bilirse o kadar iyiydi.
Cevap vermemeye karar verdiğim an aniden değişen havayı hissettim. Hava ağırlaşmış, basık ve boğucu hissettiriyordu. Gölgerim huzursuzlandı. Kafamı hafifçe kaldırıp etrafı kokladım. Burada bir şeyler farklıydı, hissediyordum. Adımlarım olduğu yerde kaldığı için Regina bana döndü. Sırtında saklı olan kanatlarına yüklenen gerginliği gevşetmek istiyormuş gibi omuzlarını oynattı. Havanın ani değişimi onu da etkilemişti. Onlarla ne kadar gurur duyuyor olsa da savaşmadığı sürece kanatlarını asla görünür hale getirmezdi.
"Alana girdik. Gitmemiz gereken yere az kaldı." Kafamı kaldırdığımda uzakta gözüken vadinin ayaklarımın dibinde olduğunu fark ettim.
"İşte, geldik."
Regina ileriye doğru elini uzattı. Bir uçurumun kenarındaydık. Devasa vadi önümüzde uzanıyordu. Üzerinde olduğumuz büyük toprağın metrelerce aşağısındaki göl sanki benimle alay edermişçesine simsiyahtı. Gölün çevresi de vadi toprakları da tıpkı şu an ayaklarımın altındaki toprak gibi yeşilden yoksun, çıplaktı.
İçimdeki karanlık ürperdi. Bakışlarımı gölde tuttukça karanlığım panikle tenime yayılmak istiyordu. Çırpınıyordu.
"Neye bakıyorum?"
"Geçmişine bakıyorsun Marvic. Zaman Gölü'ne hoşgeldin."
Kaşlarımı çatarak açıklama yapmasını bekledim. Zaman Gölü diye bir şey duymamıştım. Benim duymadığım şey sayısı çok azdı. Bu kayıp hafıza meselesi gittikçe midemi bulandırıyordu.
"Geçmişinizdeki her şey bu gölün dibinde bekliyor, zamandan tamamen arındırılmış bir şekilde, öylece bekliyorlar." Hala kafamın karışık olduğunu fark edince zevkle çevremde dolaşmaya ve konuşmaya devam etti.
"Anıları sadece silmek çok aptalca olur. Eşyalar kalır, senin hatırlamadığını hatırlayan insanlar kalır; mutlaka bir şeyler gözden kaçar, geride kalır. Aynı hatıranın bilgisine sahip olan her insanı bulup zihinlerini silemezsin. Zamanın bir bölümünü alıp onu saklamak ise... çok daha etkili."
Gözlerimi siyah gölün üzerine çevirdim. Bir şeyler görme umuduyla suyun yüzeyini inceliyordum. O kadar siyahtı ki, gözüme takılan dalgalanmalar olmasa koca bir boşluğa baktığımı zannedebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gök ve Gece
FantasíaCara'nın elinden alınan hayatı için intikam yemini ettiği adam, yaşadığı büyülü toprakların en büyük kabusuydu. Karanlığın Çocuğu. Kaderlerinin daha onlar doğmadan önce bir kehanetle birbirine bağlandığını bilmiyordu. Geçmişinin gölgesi olan bu ad...