48 | Teklif

4.2K 403 183
                                    

🎼 Mother Mother - Free

...

"Sana bu kadar aşıkken nasıl sadece nefretten ibaret olabilirim?"

"Marvic." Sesim bir fısıltıdan farksız çıkmıştı. Ona doğru yaklaşmaya başladığımda oturduğum yerden kalkmış olduğumu bile fark etmemiştim.

Ben ona yaklaşırken omzunu yasladığı duvardan bedenini çekti. Ne kadar çökmüş duruyor olsa da duruşu hala ürkütücü bir güce ve güzelliğe sahipti.

"Nasıl taşıyorsun bu karanlık ruhu Carissima? Nasıl boğulmuyorsun?" Cümlesinin sonuna doğru sesi kısılmaya başlamıştı. "Anlat ki bileyim."

İki eliyle yanaklarımı sarmalayıp alnını alnıma dayadı. Sıcak nefesi yüzümü okşuyordu. Artık Helena'nın duyamayacağı kadar kısık bir sesle fısıldamaya başlamıştı.

"Bu ruhu nasıl taşıdığını anlat Carissima."

"Korkmadan, Marvic. Karanlıktan korkmadan."

Burnundan keskin bir nefes verdi, tebessümü acı dolu olsa da alaycı değildi. Aslında ona ne diyeceğimi bilmiyordum, ne anlatmam gerektiğinden emin değildim. Kimse taşıdığı ruhu sorgulamazdı, kimse içinde savaş verdiği gölgelerle boğuşmazdı. Marvic hariç.
Ben hiç... ruhumda boğulmamıştım.

"Bu ne anlama geliyor Marvic?"

"Tanrıların hastalıklı bir mizah anlayışı olduğu anlamına geliyor."

Bu dediğini reddedemezdim. Bir ruhu iki bedene koyup, biri diğerini öldürsün diye kehanetle birlikte dünyaya yollamak... kaçırdığım bir şeyler olmalıydı. Mantıksız geliyordu.

İçimde yanıp tutuşan tek bir istek vardı. O göle girip geçmişimizi geri almak. Bütün bu saçmalıkların açıklamasının o gölde olduğuna emindim. Konsey bizden her ne alıp tamamen silmek istediyse, çok önemli olmalıydı.

Ruh eşi olduğumuz biliniyor muydu? Bizden neyi almışlardı? O gölde hangi anıları bırakmıştık? Marvic benim hayatımın neresindeydi, ne kadar derinindeydi?

Eğer Marvic'in gölgeleri benim de gölgemse, o göldeki şey beni de çağırmalıydı. O göle yaklaşmak zorundaydım. Hissetmek zorundaydım. Kaybettiklerimizin bana fısıldamasını duymak zorundaydım. Yaklaşan bir savaş varken böyle bir riski nasıl alacağımı bilmiyordum. Göle girdiğim an Marvic beni tamamen unutacak ve bütün düşmanlarımızın karşısında tek başına kalacaktı. Savaşmak için bir sebebi bile olmayacaktı.

Nebbish'in dediklerini de aklımdan atamazdım, ne olursa olsun Marvic göle yaklaşmamalıydı. Ondan beni götürmesini isteyemezdim.

Bu işi tek başıma halletmek zorundaydım.

Bütün riskleri en aza indirmeliydim. Marvic'in zarar görmesine asla izin vermezdim. Öyle ya da böyle o göldekileri çıkarmanın yolunu bulacaktık, bunu biliyordum. Sadece, bunu yapması gereken kişi o değildi, bendim.

O göle girmesi gereken kişi bendim.

Hala siyah gözleriyle beni izleyen Marvic'e bakışlarımı çevirdim. Kusursuzdu. Simsiyah uzun kirpikleri, göz altlarına yerleşmiş olan karanlığa iyice gölge düşürüyordu. Göz bebeğini bile seçemediğim kadar siyah olan gözlerinde hüzünlü bir ışıltı vardı. Parmaklarımı uzatıp alnına dökülmüş siyah saçlarını geriye doğru atarken içime derin bir nefes çektim. Kokusunu tanımlayacağım bir kelimem yoktu.
Karanlık kokuyordu. Soğuk, tehlikeli bir karanlık değil. Huzurla uyumak için ihtiyaç duyduğunuz, sıcak bir karanlık.

Bakışlarımı dudaklarına indirdim. Gözlerindeki ışıltıya rağmen dudakları her zamanki gibi dümdüzdü. Saçlarındaki parmaklarımı çekip yanağına yerleştirdim. Henüz çıkmaya başlamış olan sakallarının tersine doğru okşarken parmağıma batan iğneli his yüzüme bir gülümseme yerleşmesine sebep oldu.

Gök ve Gece Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin