34 x Kurtuluş

10.1K 525 33
                                    

Herkese selam! Ufak bir şeyler söyleyip hemen kaçacağım. 

Biliyorsunuz geçen hafta bölüm gelmedi. Açıkçası oturup yazmaya vakit bulamadım. Ama bu hafta, kendimi telafi etmek adına iki bölüm birden yayınlamayı düşündüm ve bulduğum her ders aramda kendimi yazarken buldum.

Umarım bölümleri seversiniz. Oy ve yorumlarınızı da bekliyorum. Keyifli okumalar!

Bir 'Vişne' Masalı- Bölüm Otuz Dört: 'Urfalıyım ezelden...'

"Nasıl Asker Hanım?" dedi alaylı çıkan sesiyle. Eğlendiği yüzünün her halinden belli oluyordu. Yüzümde bir gülümseme oluşurken kaşlarını havalandırdı. "Hoşuna gidiyor?"

"Hem de nasıl." dedim rahat olmaya çalışarak. Bedenimin her yerinden akan kanlar bunu engellemeye çalışsa da onlara izin vermiyordum. Bu şerefsize güçsüz olduğum tek bir anı bile göstermeyecektim. Kaşları biraz daha havalanırken çakıyı koluma girdirdi ve boydan boya çizmeye başladı. Kolumdan kanlar hiç durmadan akmaya başlamıştı bile. Dişlerimi birbirine bastırırken yüzümdeki gülümsemeyi bozmamaya çalıştım. "Durman için yalvarmamı bekliyorsan çok beklersin."

"Durmam için yalvaracaksın." dedi yüzünde suratını dağıtmak istediğim bir gülüş oluşurken. Aslında hayallerim sadece suratını dağıtmaktan çok daha fazlaydı. Kaşlarım alayla havalanırken bana doğru eğildi ve ellerini saçlarımda dolaştırdı. Yüzüne doğru kusma ve tükürme ikilemi arasında kalırken içimden kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Ama konum burası olmayacak."

"Siktir!" dedim kafamı geriye doğru itip ellerinin altından kurtarırken. Ardından sertçe önüme doğru ittim ve alnım çenesi ile sertçe buluştu. O küfür ederek geri çekilirken yüzümü buruşturdum. Olan yine benim alnıma olmuştu. Kafası taştandı sanki. "Şerefsiz piç."

Mide bulantımı daha net hissederken, o çekildiği yerde durdu ve gözlerini üzerimde dolaştırmaya başladı. "Abimin seni neden bu kadar beğendiğini şimdi anlıyorum." dedi bakışları vücudumda dolanırken. Bulantım gittikçe çoğalırken yüzüme baktı. "O seninle bir şey yapamadı. Onun hakkını ben alacağım Evrim." diyerek omuz silkti ve bana sırtını dönüp önümden uzaklaşmaya başladı. "Ya da Merih mi demeliyim? Meriç Efe Demir'in kız kardeşi Merih Vişne Demir."

"Abinden konu açılmışken..." dedim alaylı bir gülüşe sırtına bakarken. Bu sırta birkaç bıçak darbesi ya da tek bir kurşun çok yakışırdı bence. "O nasıl hapishanede? Yakın zamanda iyi haberlerini alırız umarım." diyerek devam ettiğimde şaşkın bakışları eşliğinde bana döndü. Suratının bu salak haline içten içe kahkahalar ile gülmek istesem de kendimi tuttum. Gerçekten o şerefsizin iyi haberlerini beklediğimi mi düşünüyordu? Dişlerimi göstererek sırıtışımı genişlettim. "Şişlenmesi gibi iyi haberler." diye konuştum yavaşça. Sol gözümü kırptım sonra. "Anlarsın ya."

Bana bir şey demeden depodan çıktığında yüzümü buruşturdum. Kafamı eğip bedenimi süzerken, çok kısa bir an halime üzülmüştüm. Galiba bütün şansımı gerçek ailemi bulma konusunda harcamıştım. O yüzden başıma bunlar geliyordu. Başka bir açıklama bulamıyordum çünkü.

Her şeyin başına dönecek olursak; yollarımız kesildikten sonra tabi ki de bir şey yapamamıştık. Çünkü elimizdeki silahlar patladığı an onlarınki de patlardı ve mutlaka birilerine bir şey olurdu. Kızlardan birine zarar gelmesini istememiştim. Ki abimler de yerimizi aramadan kolayca bulacakken, işleri zora sokmaya gerek yoktu bence. En azından o an öyle düşünmüştüm.

Daha sonra arabalara bindirilmiştik ve gözlerimizi bağlamışlardı. Nerede olduğumuza dair gram bir fikrim yoktu. Sadece aldığım tek yoku, yoğun bir çam ve toprak kokusuydu. En sonunda gözlerim açıldığında kendimi tek başıma depoda bulmuştum. Kendimi kurtarmaya çalışsam da mümkün olmamıştı çünkü şerefsizler beni sandalyeye zincirle bağlamıştı. 

Bir 'Vişne' MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin