Final

13.8K 542 48
                                    

Keyifli okumalar!

Bir 'Vişne' Masalı- Final: Masalın Sonu

Mutluluk nasıl daha kalıcı olurdu insanda?

Mutlu olduğun tam o anda öldüğünde mi kalıcıydı ya da hüzünleriyle birlikte mutluluğu yaşadığında mı? Yoksa eskiden hissettiği mutluluğu, gözlerini kapadığı anda yeniden yaşadığında mı? 

Ya da başka soru; insan nasıl mutlu olurdu? 

Kalbi göğüs kafesine sığmayacak derecede atarken mutlu muydu insan ya da midesinde bir şeyler uçuştuğunu düşünürken? Huzurlu olduğu anda, aynı zamanda mutlu olur muydu?

Yaşadığım her duygu durumunu, hiç yaşamamış gibi hissediyordum artık. Sanki hayatım boyunca hep hissettiğimi sanmışım da aslında hiç hissetmemişim gibi. Çünkü ben, tam yirmi dört yaşında acının ne olduğunu tam yüreğimin ortasında hissetmiştim.

Verdiğim ne ilk ne de son kayıp olmuştu aslında Can'ın şehit düşmesi. Ama hissettiğim o acı ilkti. Kardeşimi kaybetmiştim. Ve ilk kez iliklerime kadar hissetmiştim gerçek acıyı. Göz yaşlarımın ilk kez yanaklarımdan süzülürken, içimdeki acıyı dışarı atmak istercesine yanaklarımı yaktığını hissetmiştim.

Ben yirmi dört yaşında, ilk kez gerçek anlamda yanmıştım. Ve hala sönememiştim. 

Oysa kendimi hep güçlü bir insan olarak düşünürdüm. Çünkü kendi başıma birçok şeyle savaşmıştım, kendi ayaklarımın üzerinde durmuştum. Ben, bana çizilen sınırların dışına çıkıp herkese karşı başımı kaldırmıştım. Ben güçlüydüm. 

Hayır değildim. Ben sadece güçlü olduğumu sanmıştım.

İki yıl olmuştu. Yüreğimdeki acı hala ilk günkü tazeliğiyle duruyordu yüreğimin ortasında. Alev alev yakıyordu beni ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Gelmesinde istiyordum. Korkuyordum çünkü. Unutmaktan, arkamda bırakmaktan. 

Ama biliyordum, bunu yapmazdım. Bunu hiçbirimiz yapmazdık. Bunun en büyük kanıtı ise, mezarın üzerindeki renk renk çiçeklerdi.

Etrafa serinlik yayan rüzgarın tenimi yaladığını hissederken yüzümdeki buruk tebessüm ile oturmuştum mezarın hemen yanına. Gözlerim her an ağlamaya hazır bir şekilde dolu dolu bekliyordu. Titreyen ellerim birazdan çiçeklerle dolu toprağın üzerine konmak üzere olan çiçek buketini sıkıca sarmıştı. 

"Sana çiçek getirdiğimizi görsen, muhtemelen aklına Batuhan'ın çelenk meselesi gelirdi ve gülmekten yerlere yatardın." diye mırıldandım titreyen sesimle konuşurken. Sesim, acı doluydu. Üzgündü, eksikti. Oysa bahsettiğim konu yıllarca eğlendiğim bir konuydu. Ama konuştuğum kişi, artık sadece resimlerde ve rüyalarımda görebileceğim biriydi. "Sonra da insan çelenk alır bu ne küçücük çiçek, diyerek şikayetlenirdin. Muhtemelen aramızdan biri sana çelenk alana kadar da asla susmazdın." diyerek devam ettim konuşmama usulca. Yüzümdeki buruk tebessüm hala yerini koruyordu. Rüzgar ise şiddetini biraz daha azaltmış gibiydi. Arttırması lazımdı aslında. Sonra da gökyüzünden şiddetli bir yağmur inmesi lazımdı. Birazdan akacak göz yaşlarımı sadece yağmur gizlerdi. Gizlenmesi lazımdı çünkü Can ağladığımı görürse, kendini kötü hissederdi. "Muhtemelen hiçbirimiz almaz, en son Yağız dayanamayıp alırdı."

Pembe karanfiller ve fulya çiçeği içeren çiçek demetine kaydı gözlerim. Göz yaşlarım yanaklarımdan akmaya başlarken boştaki elim ile hızlıca sildim gözlerimi. "Bu çiçekler unutulmamayı ve ölümsüzlüğü simgelermiş, öyle dedi çiçekçi abla." dedim titreyen elim ile çiçek demetini diğerlerinin yanına bırakırken. Göz yaşlarım beni umursamadan akmaya devam ediyordu. Usulca iç çektim mezar taşına bakarken. "Keşke sana aldığım ilk çiçek, mezarına bıraktığım çiçek olmasaydı."

Bir 'Vişne' MasalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin