***"Ailenin acısı mı? Yoksa New York'a alışamayıp yıllarca yabancılık çekmen mi?" Sorduğu soru karşısında durdum.
Nefesim kesildi.
Beynimden vurulmuştum.
"Söylesene hangisi?" Bir kez daha konuştu.
Ayaklarım durmuştu. Bedenim hareket edemiyordu. Ne arkamı dönebiliyordum, ne gidebiliyordum.
Önce Yaz'ı bilmesi, sonra New York... Çektiğim acılara kadar nasıl biliyordu?
Arkamı döndüm. Gözlerinin tam içine baktım. Gözümden bir yaş düştü. Aramızdaki bir kaç adım, yetmiyordu. Yine gitmek istedim. New York'a, Boston'a, Hartford'a... Ya da annemin memleketi olan Fethiye'ye...
Ankara çok ağırdı.
"Ne diyorsun?" Dedim. İki kelimelik bir soruydu. Anlamadığımdan değildi. Sorduğu soruları anlıyordum. Ama onu anlayamıyordum!
Dudaklarında, samimiyetten uzak bir gülümseme oluştu. Bir sırıtma gibiydi. Sinir edercesine. "Soru soruyorum. En çok neye üzüldün?" Diye sordu. Yutkundum. Biliyordu. Bildiği bir soruydu. Cevabını biliyordu.
"Sen... Ne biliyorsun?" Konuşmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Kaldırımda, caddenin ortasında öylece duruyorduk. Kapkara gözleri, yaşlar içinde olan ela gözlerimle buluşmuştu. Acı ve meraktan başka bir şey barındırmayan gözlerim, bu yabancı gözlere bakmakta zorlanıyordu. Yabancı kapkara gözler ise alayla, nefretle bakıyordu sanki.
Aşk yoktu. Hoş belki aşk bu gözlerde hiç olmamıştı. Ama şefkatte yoktu.
Ben, ne olursa olsun; onun kızının annesiydim. Aramızda kaçınılmaz bir bağ vardı.
"Ne bilmem gerekiyor?" Diye sordu. Israrla, soruma soruyla cevap veriyordu. Göz devirdim. "Bana bak! Bir şey bildiğin kesin." Dedim, öfkeyle.
Yutkundu. "Ortadan bir anda yok oldun. Çekip gitmişsin. Arkadaşlarıma bebeği aldırdım demişsin. Naz ve Dilek'le de bir süre konuşmamışsın." Dedi. Herkesin bildiği olayları anlatıyordu. Başımı salladım. "Öyle." Dedim.
Öyleydi. Bunalımda olduğum zamanda saçma sapan yalanlar uydurmuş, çekip gitmiştim. Deli gibi ders çalışmış, başarıyla uzman olmuştum.
"Aldırmamışsın. Naz'da, Dilek'de sana gelmiş." Dedi. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Seninle burada bunu konuşmak istemiyorum!" Dedim. Yutkundu. "Hatta seninle geçmişimden hiç konuşmak istemiyorum. Sadece problemlerim vardı deyip, geçiştirmene oldukça sinirlendim. Ne yaşamış olabilirsin? Allah aşkına söylesene!" Öfkeliydim. Bir damla yaş daha düştü gözümden.
Gözlerini kıstı. Dudaklarında ki gülümseme yayıldı. "Esra, ben acı falan kıyaslamıyorum. Ama şunu bil ki; senin kadar ben de acı çektim." Dedi. Sesi soğuktu. Kaşlarım havalandı.
"Ben düştüm! Ben düştüm, yerlerde süründüm. Dokuz yıl. Tam dokuz yıl ya! Bebek arabasıyla, pusetle bilmediğim sokaklarda yıllarca yaşadım. Acılar içinde, kimsesiz!" Dedim. Sesim öfkeli değildi. Alışmıştım. Kabullenmiştim. Ve bütün bunların verdiği yorgunluk vardı sesimde. "Hem annem, hem babam! İkisini bir kaybettim ben. Mezarına bile gelemedim. Ben kaç yıl sonra annemle babamın mezarını gördüm!" Dedim. Gözlerimden hızlıca düşen yaşları sildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elanın Karanlığı
General FictionÇünkü, bu şehre gelmek demek Onunla karşılaşmak demekti. Onunla karşılaşmak demek, ne demekti? İşte bunu bilmiyordum! *** Yayınlanma Tarihi:18 Haziran 2023 Bu hikayedeki olaylar tamamen hayal ürünüdür. Gerçek kişi ve kurumlarla bir ilgisi bulunmama...