Hayatının iğne ipliğine bağlı olduğunu düşünenlerdendim ben. Her sabah acaba ne olacak korkusu ile güne merhaba diyen, akşama kadar da bozuk psikoloji ile gezen. Her şeyin içinden bir kulp çıkaran, ve bunun sonucunu kötüye yoran bir insandım ben. Ne ara her sabah heyecanla güne merhaba diyen, İstanbul'un kalabalık sokaklarında aşk ile dolaşan insana dönüşmüştüm. Ne ara her sabah, keşke daha akşam olmasa diye düşünen insan olmuştum ben. Kendimi düşüncelerimde bile kısıtlamaz olmuştum. Hayatın dipsiz bataklığından, uzatılan ince bir dal ile kurtulmuştum. İlk başta o dal çok inceydi ama beni kurtarmaya yetmişti. Şimdi ise o dal kocaman olmuştu ve beni istediğim her yere götürüyordu. Beni hayatı sevmeye ikna etmişti o dal. Yavuz, bana elini uzattığı günden bu yana dünyanın en mutlu insanı ben olmuştum sanki. Yolda, pazardan evine dönen teyzelerin yanaklarını sıkıp 'ben artık mutlu ve özgür bir insanım.' Dememek için zor tutuyordum kendimi. Yada ne bileyim kırmızı ışıkta duran arabaların önüne gidip hunharca dans edip, mutluyum ben diyerek göklere haykırmayı istiyordum bazen. Mutluluk içimi sıcacık etmişken, bu mutluluğun başkasını da ısıtması nı istiyordum ben. Herkes mutlu olsun, ama kimse de yaşattığını yaşamadan ölmesin.
Herkes,karşısında ki insanın onurunu ve gururunu düşünmeden hareket ediyorsa, ceremesini de çekmek zorundaydı benim için. Çünkü gerçek adalet buydu. Kısası kısas.
Lisedeyken tarih dersinde kısası kısas kavramına sınıfça gülüp, dalga geçmiştik. Ama insan büyüdükçe anlıyordu. Ne kadar da doğru bir kanun. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmıyordu. Herkes yaşattığını yaşıyordu.Bende benim mutluluğuma engel olmak isteyenlere aynısını yapmak istiyordum. Hatta en kötüsünü. Mesela Duygu'ya yapmıştım aynısını. Beni sürekli kötü duruma düşürmek istiyordu, ama ben onu daha kötü duruma sokup postalamıştım. Mutlululuğuma gölge düşürmek isteyenin, dalını keser atarım.
...
Bir hafta hızla geçmiş ve isteme günü gelip çatmıştı. Kızlar ile bir hafta boyu alışveriş yapmış ve kalkar halimiz kalmamıştı. Kendine mor bir elbise seçmiştim. Onu kısa arkası uzun olan elbisemin, etekleri uçuş uçuştu ve tam sahil modeldi.
Bu tarz elbiseleri seviyordum. Bir yanım başka bir elbise olsun derken kızların beni kibarca(!) Uyarması ile bu elbiseyi almıştım.Gümüş renginde de bantlı ayakkabım ile oldukça şık olmuştum. Saçlarımı dalgalandırmış ve inci bir toka ile tutturmuştum. Zarif olduğunu düşündüğüm güzel küpeler ile de kendimi şımartıp Yavuz'un hediyesi olan parfümü de sıkıp odadan çıktım.
Kalbim heyecandan küt küt atarken, az sonra Yavuz ile resmi nişanlı olacağımız aklıma gelirken heyecandan kusacak gibi oluyordum.
Merdiven kenarına gelince, eteklerimden tuttum ve kuğu gibi gezerek indim. Salonda tıpkı yemek günü olduğu gibi, hummalı bir çalışma vardı. Faruk dayımlar ve kuzenlerim de gelmişti bugün.
Kuzenlerim birbirine nasıl olduklarını sorup duruyordu. Ama merak etmeyin kızlar benim güzelliğime ulaşmanız deveye hendek atmaktan daha zor.
Kızlar beni ancak son basamağa gelince fark edebildiler. Ay gibi parlıyordum be yine de farketmediler. Çok kıskançlar anam.
Kızlar şok olmuş gibi bana bakarken, ilk atak şaşkınlık için Sinem'den geldi.
"Derin, su gibi olmuşsun."
Sinem hep hayatım boyunca anlaşamadığım bir kız olmuştu. Ama yine de en özel günümde yanımda olması beni sevindirmişti.
"Teşekkür ederim Sinem."
Dedim sadece ve ufak bir gülümseme bahsettim. Okyanus gelinin etrafını sarmış çocukları kovalamaya gelen görümce gibi koşarak mutfaktan çıktı ve boynuma sarıldı. Hızlı sarılmasına karşılık, biraz yalpalasadam bende ona sarıldım. Oda gerçekten çok güzel olmuştu. Krem tonlarında mini bir elbise giymişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşman Başına
RomanceBabasının kapısına bir adet sepet ile bırakılan Derin'i hoş şeyler beklemiyordu. Her gününü ayrı ayrı acı ile geçiren Derin üvey annesi ve kardeşleri tarafından zorbalığa maruz kalmıştır. Henüz onbeş yaşındayken evin hizmetçisi İrem tarafından villa...