*METE*
Tam olarak yirmi bir yıl önce gördüğü adam; bıraktığından daha yaşlı bir haldeydi ve geçen yıllar içerisinde kilo da almıştı. Yüzündeki kırışıklıklar derinleşmiş, saçlarına aklar düşmüştü. Mete, gözlerini kısıp adamı dikkatle süzerken, koltuğun koluna dayadı dirseğini. Başparmağıyla çenesini okşamaya başladı. Söze ilk kimin gireceğini tartıyordu kafasında. Muhtemelen, bu kendisi olmayacaktı.
Öyle de oldu.
Taner Bey, gergin bir şekilde sandalyesine yaslanıp, derin bir iç çekti. "Demek geldin?" diye sordu, fazla istekli olmayan bir sesle. Bu durumdan hoşnut olmadığı, her hareketine ve her mimiğine yansıyordu.
"Gördüğün gibi, karşındayım."
"Bir yıldır gelmeni bekliyordum ama bu kadar uzun sürünce, gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. Seni görmek şaşırtıcı oldu."
Mete çenesini okşayan parmağını, sağ şakak kemiğine bastırarak, başını hafifçe sağa yatırdı. Fazlasıyla sıkılmış görünüyordu. "Daha fazla bu gerçekten kaçacak değildik," dedi. Çoğul eki kullanmasının bir sebebi; Bu yaşlı adamla birlikte ortak bir sırrın korucusu olmalarıydı.
Taner Bey, bu cümlenin karşısında, sandalyesinde sıkıntıyla kıpırdandı. "Ortada, senin dilediğin gibi bir gerçek yok. Buraya gelmeni gerektirecek bir gerçek de yok," dediğinde, Mete başını sıkıntıyla geriye yaslayıp, gözlerini kapattı.
"Yanılıyorsun. Ortada; Beni buraya sürükleyen, bir yangın ve ateşin gerçekliği var. İsteyerek gelmiş değilim. Yoksa; Bu zevkten uzak, paçavralarla dolu evinde işim olmazdı."
"İstediğin ne? Ne bekliyorsun, ne istiyorsun?"
Başını tekrar dik bir konuma getirirken, yaşlı adamın yüzündeki ifadeyi oldukça uzun bir zaman zarfında, dikkatle süzdü. Gözlerinin içine baktı. Koyu kahverengi gözlerin, ondan iğrendiğini belli edecek kadar, üzerinde sabit bir şekilde dikilişini seyretti.
"Bu konuşmanın ne kadar gereksiz olduğunu biliyorsun, değil mi?" Alaycı bir gülümseme savurdu, Mete. "Buraya senin buruşmuş suratını görmeye gelmediğim ortada!"
"Ne için geldiğini sormayacağım. Geldiğin gibi git! Pervin öldü ve her şey onunla birlikte bitti," dedi yaşlı adam, kararlıydı ses tonu.
Mete'nin alaycı gülüşleri, sinsilikle yıkanırken, başını umursamaz bir eda ile yukarıya kaldırıp omuz silkti. "Lanet olasıca karının ölümü, hiçbir boku çözmüyor!" dedi, sert bir tonda. Bağırmamıştı ama bağırsa ancak bu kadar belli edebilirdi öfkesini.
Taner Bey, bıkkınlıkla solurken, masanın üzerine koydu kollarını. "Benden ne istiyorsun?" diye sordu, sakin bir tonda. Masanın sağ köşesindeki çek defterini elinde tutup sallarken, "Para mı? Bu ev mi? Araba mı?" diye sordu.
Mete çok iyi biliyordu ki, bu adam, bunların hepsini tek bir saniye içerisinde ona verebilecek kadar zengindi. Ama istediği bu değildi. Hiçbir zaman, hayatının hiçbir döneminde, bu tarz ihtiyaçları olmamıştı. Üstelik son bir yıldır yaşadığı mağara hayatı düşünülürse... Gerek de yoktu bunlara. Beş metrekarelik bir oyuk, bir koltuk, bir pikap ona fazlasıyla yeterliydi.
Çenesini yukarıya kaldırırken, "Şirketini saymadın. Belki de gözüm yükseklerdedir, ha? Ne dersin?" dedi, meydan okuyan bir ifadeyle.
Taner Bey, gözlerini devirirken, kalemlikten bir kalem alıp, çek defterine hayli yüksek bir miktar karaladı. "Bu sana yeterli olacaktır," derken, yırttığı çek kağıdını masanın üzerine koyup, ucuna doğru sürükledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖNSEZİ #1: KORUMA
VampirosHiç beklenmedik bir anda, soğuk bir adam dahil oldu, sıradan olmaktan sıyrılamayan hayatlarımıza... Sadece onun varlığıyla, bütün hayatımın ipleri koptu ve başıboş kalan kaderim, Kızıl Gözlü Adam'ın varlığıyla şekillendi; ellerinde yoğruldu, gözleri...