49. Bölüm

26 8 0
                                    

Gamze'nin cenaze töreni için toplanmıştık. İmam dua okuduktan sonra Kıvanç ve Ozan içinde Gamze'nin yattığı mezara kürekle toprak atmaya başladılar.
-Durun! Durun bir bakalım. Belki ölmemiştir ha?
Hala umutluydum. Herşeye rağmen, küçükde olsa bir umudum vardı.
-Lütfen... Bir bakalım.
Toprak atmaya devam ettiler. Her attıkları toprakta, kalbim sızladı. İçim cız etti..
-Toprak atmayın! Canı acır!
Beni tutan Deniz'i ittirip, Kıvanç ve Ozan'ın elinden kürekleri almaya çalıştım. Fakat başarısız oldum.
-Atmayın, atmayın diyorum. Atmayın!
Deniz beni tekrar tutup kenara çekiştirdi.
-Ölmemiştir. Gamze bizi bırakmaz ki. Söz verdi o. Sözünden çıkmaz. Çıkamaz!
-Damla, sakin ol.
-Sensin 'sakin ol' Deniz! Gamze ölmedi! Neden inanmıyorsunuz?
İnsanlar şaşkınlıkla beni izliyordu.
-Daha yeni kavuşmuştuk Gamze! Nasıl bırakırsın beni nasıl!
Ömer bağırmaya başlayınca sustum. Boğazımda bir şeyin düğümlendiğini hissettim. Bize bakan insanlara aldırmadan güçsüz çıkan sesimle bağırmaya çalıştım.
-Ölmemiştir belki?
Beni daha fazla taşıyamayan bileklerim, beni dizlerimin üzerine bıraktı. Dizlerim yerdeki sert toprak sebebiyle kanadı. Ama umursamadım. Boşluktaydım, boşluktaydık.

Etraftaki insanlar yavaş yavaş dağılıyordu. Mezarı kapatmışlardı. Artık hiç bir umut yoktu. İçimdeki beyazlıklar, siyaha çalmaya başlamıştı. Ozan, Ömer, Deniz ve ben hepimiz göz yaşlarımızın esiri olmuştuk. Kıvanç ise hissizdi. Yüzünde tek bir mimik bile yoktu. Kıvanç, beni kaldırıp eve götürmek istedi. Ama izin vermedim.
-Hayır! Hiçbir yere gitmiyorum. Bırak beni. Bıraksana!
Kıvanç beni kucağına alıp, arabaya bindirdi. Ardından sürücü koltuğuna geçip, kapıyı kitledi ve motoru çalıştırdı.
-Seni seviyorum.
Hayretle başımı Kıvanç'a çevirdim.
-Ben senin yanındayım Damla, ne olursa olsun.
-Yanımdasın.

Eve gittiğimizde Kıvanç yara olan dizlerime pansuman yaptı. Acıyla inlediğimde ise, yaramın üzerine ufak bir öpücük kondurdu.
-Uyumak ister misin?
Başımı onaylarcasına salladım.
Beni kucağına alıp, yatağa yatırdı. Ardından yanıma yatıp, bana sarıldı. Omzumdan öptü ve saçlarımla oynamaya başladı.

Uyumak istiyordum. Çünkü uyuyunca hissetmiyordum, düşünmüyordum. Aslında ihtiyacım olan yastık bile değildi. Sadece Kıvanç'ın vanilyalı tatlı kokusuydu. Tüm uyuşturuculardan daha iyi gelebilirdi. Ve dökmek istediğim göz yaşlarımla, acılarımı uyuşturabilir, beni iyileştirebilirdi. Ama Vanilya kokusunun yerine, toprak kokusu hakimdi. İstemsizce Gamzeyi hatırlatıyordu. Bomboş bakan gözlerimi sıkıca yumdum.

Gamze, uçurumdan yuvarlanmıştı... Telefonda Ömerle konuşurken, virajı alamayıp, uçurumdan düşmüştü. Ömer bunun için kendini suçluyordu. Ve oda bitkin durumdaydı. Ozan... Ozan içten içe eriyordu. Duygularını tam anlamıyla ifade edebilen biri değildi. Ama çok kırılgan ve duygulu bir çocuktu. Ben, ben onu anlıyordum. Artık Ozan ve ben vardık. Hayatımızı kocaman bir eksiklik kaplamıştı.

Düşüncelerimden sıyrılıp, ayağa kalktım. Dolabı yavaşça açıp, içinden bir battaniye çıkardım. Evden pijamalarımla çıkıp, Gamze'nin mezarına gittim. Mezarın yanında Ozan duruyordu. Şaşkınca bana baktı.
-Ne yapıyorsun burada?
-Gamze'nin üzerini örtmeye geldim...
Elimdeki örtüyü açıp, mezarın üzerine serdim.
-Belki şimdi üşümez?
Ozan istemsizce sırıtıp bana sarıldı.
-Aptalsın sen.
Doğru söylüyordu. Aptaldım. Gamzeyi yanlız bırakan bir aptal...
-Hadi gel, seni eve bırakacağım.
Başımla onayladım ve Ozan'ın arabasına bindik.
-Sadece sen ve ben kaldık.
-Sadece sen ve ben...
-Damla?
-Efendim?
-Onu özleyeceğim...
-Ben de Ozan. Ben de...

Sıcak güneş ışınları gözüme çarparken, gözlerimi ovalayarak açtım. Kıvanç beni izliyordu.
-Günaydın sarım.
-Ne zamandır beni izliyorsun sen?
-Yaklaşık bir,bir buçuk saattir.
-Piskopat mısın?
-Hayır aşığım.
Gülümsedik.
Gülüşü içimi ısıtıyordu. Bana iyi geliyordu. Birkaç dakika öylece birbirimize baktık.
-Kıvanç, neden biz mutlu olamıyoruz? Neden bizim de filmlerdeki gibi mutlu  sonumuz olmuyor?
-Daha mutlu son için erken.
Bu romantik anı bozan şey, mide bulantım olmuştu. Koşarak tuvalete gittim ve içimde ne var ne yoksa kustum.
Kıvanç kapıda belirdi.
-Şu son zamanlarda kendini çok yordun. Hastalanmış olabilirsin. Bir doktora görünsen iyi olur.
-Tamam annecim.
Diyip gözlerimi devirdim.
-Seni önemsiyorum Damla.
Kıvanç'a yaklaşıp, parmak uçlarımda yükseldim ve yanağına küçük bir öpücük bıraktım.
-I-ıh. Bu yeterli değil.
Kıvanç cümlesini bitirir bitirmez beni kendine çekti ve dudaklarımızı buluşturdu.

Beni zar zor hastahaneye getirmeyi başarmıştı.
-Gelmesem ne olurdu sanki?
Küçüklüğümden beri hastahanelerden nefret etmiştim. Çünkü çocukluğum buralarda geçmişti.
-Hadi hadi çok konuşmada yürü.
Kıvanç, elimi tutup beni çekiştirmeye başladığında ona karşı koymadım.

Muayene sırası bize geldiğinde, tedirginlikle içeriye girdim.
-Şikayetiniz nedir?
Türk göbekli doktor şikayetimi sorunca tıpkı bir çocuk gibi yerimde tepinip, Kıvanç'ı işaret etmek istedim ama onun yerine;
-Mide bulantısı ve baş dönmesi.
Kelimeleri ağzımdan çıkmıştı. Doktor önündeki kağıtları inceledi.
-Kan testi yapıp, sonucunu görmeliyim.

Kan testi için koltuğa oturduğumda, hemşire eline şırıngasını aldı.
-Ay hayır. Henüz hazır değilim.
Hemşire gözlerini devirip arkasını döndü. Bende bunu fırsat bilip ayağa kalkıp, kaçmaya çalıştım ki...
Kıvanç'ın kaslı bedenine çarpıp, düştüm. Kıvanç bir elini beline, diğer elini kapıya koydu.
-Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz küçük hanım?
2-0 önde olabilirsin Kıvanç bey ama bunu ağır ödeteceğim. Homurdanarak koltuğa oturdum ve sağ elimle Kıvanç'ın elini tuttum. Sol kolumdaki kanların şırınganın içine dolmasına izin verdim.

Testlerin sonucunu aldıktan sonra, türk göbekli doktora gösterdik.
-Tebrikler hamilesiniz...
Şaşkınca Kıvanç'a baktım. Oda bana bakıyordu... Hamilemiydim? İçimde başka bir can mı taşıyordum?

SonsuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin