Bazen keşke insanların içinden geçenleri bilebilsem diye düşünmüşümdür hep. Ne hissediyorlar, ne düşünüyorlar? Bunları bilebilmek belki de dünyadaki en ayrıcalıklı şey olurdu benim için. Kimin için olmazdı ki?
"Ne düşünüyorsun?"
Rüzgar'a yönelttiğim bu soru onu tabiki de düşüncelerinden arındırmaya yetmemişti. Elleri hâlâ sımsıkı direksiyonu kavramış çenesi de bir o kadar kas katıydı. Onu böyle görünce korkmamak mümkün değildi. Sanki öfkesi beni içine hapsedebilecek derin, uçsuz bucaksız bir kuyu gibiydi. Onunla hiç konuşmasam bile yanında olmak o kuyuya düşmek demekti ve bu korkunç bir şeydi. Kendimi sanki onun kuyusuna düşmüş elimde olsa bile oradan kurtulmak istemiyormuş gibi hissediyordum.
Rüzgar'ın dikkatini çekmek için boşta olan elinin üzerine elimi koydum. Anında düşüncelerinden sıyrılıp başını bana çevirdi.
"Sana diyorum" dedim. "Ne düşünüyorsun?"
Elini elimden çekip direksiyona koydu. Gergindi ve düşünceliydi. Buna rağmen "Düşünmüyorum," dedi.
Bu tek kelimenin altında yatan anlamlar denizinde boğulmamamın imkanı yoktu. Hep böyle gizemli olmak zorunda mıydı?
"Ah evet bence de düşünmüyorsun. Sadece tipin öyle gösteriyor," deyip yalandan gülmeye çalıştım. Belki de bu yersiz ve anlamsız espirilerime bir son vermeliydim.
Yoldan bakışlarını çekip bana baktı. "Bu kötü esprileri yapmayı ne zaman bırakacaksın? Yoksa ben seni aldığım yere geri mi bırakayım?"
Onu güldürmek açısından birazcık şebeklik yapmayı göze alıp "Hadi ama bence iyiydi," dedim. Söylediğim şeyin buz kesen bir espriden hiçbir farkı yoktu ama yine de Rüzgar'ın benimle dalga geçmesi böyle gergin ve düşünceli olmasından bin kat daha iyiydi. Rüzgar gözlerini devirip "Keşke güzelliğin bu kötü espirilerinin üzerini örtebilse," dedi. Ne yani güzel olduğumu mu düşünüyordu?
İçimde bir yerlerde anlam veremediğim garip bir mutluluk kırıntısı midemden ağzıma doğru tırmanıp oralarda bir yerlerde durdu. Nedense mutlu olmuştum.
Rüzgar birden arabayı durdurup "Gel," dedi. O arabadan hızlıca inerken ben şaşkınlığın verdiği sersemlikle biraz yavaş indim. Kapıyı kapatır kapatmaz Rüzgar elimi tutup beni kocaman saray gibi bir eve doğru peşinden sürüklemeye başladı.
"Aslında arabada bekleseydim daha iyi olurdu," diye bir öneride bulundum ama Rüzgar o koca adımlarıyla çoktan eve varmış ve zili çalmıştı.
Kapıyı beyaz giyimli orta yaşlarda bir kadın açtı.
"Hoşgeldiniz Rüzgar Bey. Herkes arka bahçede kahvaltı yapıyor," dedi. Rüzgar bir an bile bırakmadığı elimi daha sıkı kavrayıp evin içinde doğru ilerledi. Bende onun peşinden korka korka, bir o kadar da ona güvene güvene yürüdüm.
Bahçeye çıktığımızda kulağıma gelen gülüşme sesleri tüylerimi diken diken etti. O kadar yapmacık geliyordular ki kulağa. Bakışlarımı Rüzgar'a çevirdiğimde onun da bana baktığını gördüm. Ailesi hakkında kötü düşünmediğimi anlatmak amacıyla ona tebessüm ettim. Bu tebessümümü ne anladığını hiç bilmiyordum ama birden gülüşme seslerine doğru ilerlemeye başladık.
"Beni neden buraya getirdin?" diye sordum.
"Sakin ol ve gülümse. Yakacağız buraları," deyip bana göz kırptı.
"Ne?"
Ne demekti şimdi bu? Tam bu soruyu Rüzgar'a yöneltecektim ki küçük bir çocuk sesi yükseldi ortamdan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABİS
RomanceŞiirin naiflik kattığı bir hikaye Abis. ♡ "Sevgiden kaçmak, sevmekten korkmak, ölümlü insanların yapması gereken son şey bile değildi. Sayılı günlerde misafir oldukları bu dünyada sevgiden kaçmak ve sevmekten korkmak kadar gülünç bir şey olabilir mi...