Hayatta her zaman güzel şeylerin olacağına inanan, onları günlerce bekleyen, gelmese bile hâlâ bir yerlerde var olduklarına inanan bir kız çocuğuydum. Kalbimin her atışının bir sebebi olduğunu, hayatıma giren herkesin bir yeri olduğunu, beni güzel şeylere daha da yaklaştığını düşünüyordum. Taki beklediğim güzel şeyler, bavulunu toplayıp düşsel dünyam ve beni bir güzel karanlıkla başbaşa bırakıncaya dek.
Birkaç adım ileri gidip anneme biraz daha yaklaştım. İşte şimdi gözlerimdeki yaşlar yağan yağmura karışıp anneme damlıyordu! Kanayan ruhumu, göz yaşlarımla akıtıp yanaklarımın kana bulanmasına izin verdim. Toprakla temas eden dizlerim sanki ateş közlerine temas ediyorlarmış gibi yanarken ruhum bu acının önüne geçiyordu. Alevlere teslim olan ruhumla avucuma aldığım toprağı, sanki suyunu çıkaracakmış gibi sıktım. Bütün çocukluğumu, pembe bulutlu hayallerimi, çilek kokulu evimi ve tepesinden asla gökkuşağı eksik olmayan güneşli günlerimi bugün annemle birlikte toprağa defnetmiştim. Sadece onunla yaşadığım hayatta bir başıma kalmıştım.
Şimdi nasıl eskisi gibi olacaktım?
Nasıl gülecektim?
Peki ya gözlerim annemi aradığında nereye bakacaktım?
Kime deniz gözlü annem diyecektim?
Saçımı her defasında sanki bir çocukmuşum gibi kim örecekti?
"Yalnızlık nasıl bir şey anne? Bana bir tek onu öğretmemiştin," burnumu çekip elimin tersiyle yaşlarımı sildim. "Şimdi onu da öğrendim."
Yanan ruhuma eşlik eden beynimdeki depremler her defasında beni ele geçiriyor, geçmişimden geriye zerre mutlu bir şey bırakmıyordu. Bütün anılarım zihnimde meydana gelen depremin altında kalmışken tek düşünebildiğim beni yerle bir eden bu mezar taşındaki isimdi.
Deniz BULUT. Benim mavi gözlü meleğim.
"Derin, hadi kardeşim." Rabia elini sırtıma koyup kalkmam için beni destekledi. Saatlerdir benimle birlikte ıslanan güzel kardeşime bakıp omzuma koyduğu elini hafifçe ittim.
"Sen git. Ben burada kalacağım."
"Derin yağmur yağıyor. Hasta olacaksın. Hadi. Yarın tekrar geliriz."
Yaşlı gözlerimi annemin mezar taşından ayırmadan ayağa kalktım. Yanan dizlerim oksijenle temas edince sanki daha da çok acı vermişlerdi bana. Bunu umursamayıp aklıma yarın tekrar geleceğim düşüncesini yerleştirip yavaşça annemin mezar başlığına ilerledim. Acı dolu kalbimin üzerine basıp dudaklarımı yukarı kıvırdım. Gülümsememdeki bu acı kalbime daha çok baskı yaparken dudaklarımı annemin isminin yazılı olduğu başlığa bastırdım.
"Yarın tekrar geleceğim meleğim." derken ruhumu ele geçiren zebanilerle dövüş içindeydim. Birkaç adım geri gidip Rabia'nın koluma girmesine izin verdim. Bakışlarımı annemin mezar başlığında tutup "Kaybetmek mi daha zor yoksa sensiz yaşamak mı? İnan yokluğunu rüzgarı bir yaprak misali ordan oraya savuracak beni." diye geçirdim içimden. Bakışlarımı beni mezarlığın çıkışına doğru yönlendiren Rabia'ya çevirdiğimde güzel kardeşimin varlığı için Allah'a bin kez şükrettim.
O kadar ne hissedeceğimi bilemez durumdaydım ki içimde adını verebileceğim tek duygu, genzimi yakan acıydı. Ve bu da bütün duygularımın yerini zaten fazlasıyla dolduruyordu.
Gözümün önüne sürekli annemin deniz gözleri, kusursuz inci dişleri ve pürüzsüz pamuk gibi cildi geliyordu. En büyük sınavımın gözümü açmak ve kapamak arasındaki o saliselerde olduğunu bu yaşıma kadar fark etmemiştim. Artık her göz kırpmamda asla başarılı olamayacağım bir sınav, beni bekliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABİS
RomanceŞiirin naiflik kattığı bir hikaye Abis. ♡ "Sevgiden kaçmak, sevmekten korkmak, ölümlü insanların yapması gereken son şey bile değildi. Sayılı günlerde misafir oldukları bu dünyada sevgiden kaçmak ve sevmekten korkmak kadar gülünç bir şey olabilir mi...