Yaklaşık bir saattir yoldaydık. Gittiğim yollar beni içine çeken bir labirentten farksızdı. Dolambaçlı yollar, ruhumun karanlığına bulaşıp iyice zifiri karanlıkla harmanlanmış gibiydi. Tek bir sokak lambası dahi aydınlatsa o yolu belki de önümü görüp gideceğim yolu kendim seçebilirdim. Oysa benim tek yaptığım tanımadığım bir katille -sanki tanımam çok önemliymiş gibi- sonunu asla bilemediğim bir maceraya çıkmaktı.
Yavaşça başımı Rüzgar'a doğru çevirip onu seyrettim. Şuan içinde bulunduğum duruma bir anlam vermeye çalıştım. "Bir katille aynı arabanın içinde." Histerik bir gülümseme döküldü dudaklarımdan. Rüzgar bana bakıp "Sanırım gülmen gereken en son yer burası," dedi. Ciddi miydi bu? Yüzünü ve mimiklerini dikkatlice inceledim. Gergin görünüyordu. Sanırım bir şey söylemek hata olurdu şuan. Onun yerine önüme dönüp arkama yaslandım.
"Bu yaşananlar gerçek mi?" diye saçma bir soru döküldü dudaklarımdan. Ben bu yaşananlara bir anlam veremezken sanki Rüzgar, yıllardır bu anı bekliyor gibiydi. Bakışlarını bir an için yoldan ayırıp bana çevirdi. "Gerçek olması seni korkutuyor mu?" diye başka bir soru sordu. Nasıl cevap vermem gerektiği hakkında pek bir şey gelmemişti aklıma. İçimden geçenleri söylemekten başka çarem olmadığına karar kılıp "Yani biraz huzursuzum. Kardeşlerime uyduruk bir mektup yazıp ortadan kayboldum. Beni çok merak etmişlerdir." diye cevap verdim. "Hâlâ onları düşünüyorsun." Bu cümlesi bana biraz garip gelmişti. Tabi ki onları düşünecektim. Ben iyiydim sonuçta.
"Başka düşünecek kimsem kalmadı." dedim avuçlarıma bakarak. Hiç beklemiyordum ama Rüzgar arabayı durdurup bana doğru döndü. Ben de yerimden biraz kıpırdanıp ona baktım. Bir şey söyleyecekmiş gibi oldu ama sonra susup sadece bana bakmakla yetindi. "Bir şey mi oldu?" diye sorduğumdaysa daldığı düşüncelerden sıyrılıp kendine geldi ve "Geldik." deyip arabadan indi.
Az önce yağmur yağdığı için her yer ıslaktı. Arabadan yavaşça inip etrafıma göz gezdirdim. Balta girmemiş orman tabiri sanırım şuan içinde bulunduğum ormanı anlatmak için en uygun cümleydi. Etrafımızı saran kocaman ağaçlar sanki her an üzerime devrilecekmiş gibi yamuklardı. Hava karanlık olduğundan ormanın içinden gelen hayvan sesleri tüylerimin diken diken olmasına yol açmıştı. Tamam, sanırım Rüzgar'a hak vermen lazımdı. Burası tam bir katilin saklanma yeri olabilecek potansiyele sahipti. Ağaçlara bakmayı kesip arabanın kapısını kapattım. Bu eylemi elim benden bağımsız bir şekilde gerçekleştirmişti.
Bakışlarımı hemen önümde duran eski ahşaptan eve çevirdim. Ev iki katlı bir orman evine göre biraz fazla büyüktü. Korku filmlerindeki büyülü köşkleri andıran bir görünümü vardı. Hatta şu an evin kapısını açtığımızda kafamıza doğru yarasaların uçabileceğini bile düşünüyordum.Rüzgar arabadan kıyafetlerimin olduğu küçük çantamla, gelmeden önce marketten aldığı yiyecekleri alıp eve doğru yürümeye başladı. Ben de yavaş ve ürkek adımlarla onun peşinden gittim. Verandanın merdivenlerinin çıkardığı ses adeta içime işlemişti. Çok ürkütücü bir sesti.
Rüzgar bir elindeki poşetleri yere koyup cebindeki bir demet anahtarı çıkardı ve tek eliyle doğru anahtarı bulup kapıyı açtı. Bana bakıp geçmemi işaret etti. Ayakkabılarımı çıkarmadan eve girdim. Normalde çıkarırdım ama nedense eğilip ayaklarımı çözmeye üşenmiştim. Arkamı dönüp baktığımda ise Rüzgar'ın hemen yanımdaki kapıdan mutfağa girdiğini gördüm. Onu orada bırakıp koridor boyunca ilerledim. Dışarının aksine evin içi gayet güzeldi. Salona geçtiğimde beni kocaman ve güzel dekore edilmiş bir yer karşıladı. Duvarlarda anlam veremediğim portreler vardı. Güzel bir şömine ve özenle dekore edilmiş bir salon...
Önümdeki basamağı inip salonun ortasına doğru ilerledim. O sırada Rüzgar da peşimden gelip "Şömine için odun almaya gidiyorum. Sen keyfine bak." dedi. Ona başımı sallayıp gidişini izledim. Rüzgar gözden kaybolunca hemen önümde duran sehpaya ve üzerindeki ters çevrilmiş çerçevelere baktım. Onlara bakmak ne kadar doğruydu bilmiyorum ama Rüzgar giderken ne demişti "Keyfine bak." benim keyfim de o resimlere bakmak istiyordu. Yavaş yavaş sehpaya doğru ilerleyip ilk çerçeveyi elime aldım. Resimde üç kişi vardı. Altı yedi yaşlarında bir çocuk, bir kadın ve bir adam. Onları tanımam imkansızdı ama nedense gözünden dahi mutluluğu okunan bu çocuk için bir tahminim vardı. Mutluluktan adeta gözlerinin içi gülen bu çocuk Rüzgar olabilir miydi? Pek tabi olabilirdi ama ona ne olmuştu? O anda bakışlarımı resimden çekip Rüzgar'ın gittiği kapıya çevirdim. Bu kadar mutlu görünen bir aileyiken onu bu hale ne getirmiş olabilirdi ki?
Kapının açılma sesini duyunca hızla çerçeveyi sehpaya bıraktım. Öbürüne bakmaya fırsatım olmamıştı. Sehpadan uzaklaşıp duvardaki portrelere yaklaştım. Onları inceliyormuş gibi yaptım. Rüzgar elinde odunlarla içeri girince ondan tarafa baktım. O ise bana bakmayıp odunları şömineye yerleştirdi. Ona doğru ilerleyip normal davranmaya çalıştım.
"Bu portreler çok garip. Neyi anlatıyorlar?" diye sordum. Beni dinlemeyip "Odunlukta odun kalmamış yarın halletmem gerek," dedi. "Beni duymadın mı?" Bu soruyu çekinerek sormuştum ama beni takmaması sinirime dokunmuştu. Ayağa kalkıp üstünü silkeledi "Ne anlamak istiyorsan onu anlatıyorlar." Konuyu kapatmayıp bir soru daha sordum. "Peki sen bu tablolara bakınca ne anlamak istiyorsun?" Omuz silkti. Tablolara bakıp biraz düşündü. "Boş iş." deyip yanımdan ayrıldı. Az önce yaktığı şöminenin ısısı bacaklarıma vururken öylece kalakaldım ve o an bir şey fark ettim. Ne zaman onu tanımak için bir adım atsam benden uzaklaşıyordu. Ama nedense bu beni hiç vazgeçirecekmiş gibi değildi. Onunla bu yola girdiysem onu tam anlamıyla tanımalıydım. Öyle değil mi?
Hemen şöminenin önüne bağdaş kurup oturdum. Ellerimi öne doğru uzatıp ateşi hissetmeye çalıştım. O an içime huzurdan çok öfke hakim olmuştu. Güzel annemi toprağın altına atan adam da bir gün yanacak mıydı? Yanmalıydı. Kesinlikle yanmalıydı hemde. Hak ediyordu.
"Elin yanacak uzak tut bence."
Rüzgar'ın sesi ile kendime gelip titredim. O anda zaten ateşin dibinde olan elim ateşe deyince istemsiz bir inilti döküldü dudaklarımdan. Rüzgar söylene söylene yanıma gelirken ben pek de onu dinliyor sayılmazdım. Elim çok acımıştı. Yüzük parmağımı kendime çevirip üflemeye başladım. O sırada Rüzgar çoktan yanıma gelip diz çökmüştü bile. Elimi avuçlarının arasına alıp parmağıma baktı. "Her konuda haklı olmaktan bıktım biliyor musun?" deyip beni kolumdan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. "Koltuğa geç otur. Evde yanık kremi olması lazımdı." Onu dinleyip koltuğa doğru ilerledim. Beni azarlayıp kendini övmeyi nasıl başarmıştı anlamamıştım ama bunu onun zeki olmasına değil kendi gerizekalılığıma bağladım.Rüzgar elinde tuttuğu kremle bana doğru gelirken bende onu en ufak hareketine kadar izliyordum. Kremin kapağını açıp kremi bana uzattı. "Bir dahakine bu kadar şanslı olmazsın." O geçip karşıma otururken ben de yavaşça kremi parmağıma sürdüm. Bir anda yaraya değen soğuk krem canımı yakınca küçük bir inilti çıktı dudaklarımdan. "Çok mu acıyor?" diye sordu Rüzgar. Bakışlarımı ona çevirdim. Çok da umrundaymış gibi görünmüyordu ama yine de sorması hoşuma gitmişti. "Hayır sadece krem biraz yaktı," dedim sürdüğüm kremi sehpanın üzerine bırakarak. Sehpanın üzerindeki sandviçleri yeni görmüştüm.
"Acıkmışsındır diye düşündüm," dedi Rüzgar sandviçlerin birini alarak. Çokta aç değildim ama yesem iyi olurdu. Eğilip diğer sandviçe uzandım. O da bende sandviçlerle meşgulken aklımdaki soruları sorabilirim herhalde diye düşündüm.
"Planın ne?"
Omuz silkip "Henüz bir planım yok," dedi. Anlamamıştım. Plan yok mu dedi o az önce?
"Nasıl yani bana bir planın olduğunu söylemiştin,"
Sandviçinden bir ısırık alıp gözlerimin içine bakarak konuştu. "Evet bir planım vardı ama bazı değişiklikler oldu. Mesela ben bir katil oldum ve sen de benim cinayetimin muhtemelen tek olmayan tanığısın." O kadar sakin konuşmuştu ki sanki cümlesinin içinde "ben bir katil oldum" tabiri geçmemişti.
Sandviçimi sehpanın üzerine bırakıp oturduğum yerde dikleştim."Ne söylemeye çalışıyorsun? Anlamadım."
"Önce o tanığı halletmemiz lazım."
"Halletmemiz lazım derken?"
Ayağa kalkıp ciddi bir tavır takındı.
"Bir kere katil olandan ikinciyi beklemek hata olmaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABİS
Storie d'amoreŞiirin naiflik kattığı bir hikaye Abis. ♡ "Sevgiden kaçmak, sevmekten korkmak, ölümlü insanların yapması gereken son şey bile değildi. Sayılı günlerde misafir oldukları bu dünyada sevgiden kaçmak ve sevmekten korkmak kadar gülünç bir şey olabilir mi...