Ormanın iç yüzüne girmek dışardan bakmaktan çok daha zordur. Dışardan baktığında görkemli ve güzel görünen orman içine girince karmaşık bir labirente dönüşüp sizi içine hapseder. Mesela, şu an beni hapsettiği gibi...
Üzerimde beyaz bir elbise ile nerede olduğumu bilmediğim bir ormanda dolaşıyordum. Sanki gideceğim yeri biliyordum ama bir o kadar da kaybolmuş gibiydim.
Hava serindi. Kuşların sesi doluyordu kulağıma. Hafif esen rüzgar sık ağaçlara rağmen tenimi gıdıklıyordu.
Ürperdim. Etrafıma hızla bakıp içimden gelen yöne doğru ilerlemeye başladım. Derken önümde birinin durduğunu fark ettim. Arkası bana dönüktü ve elleri önünde duran betonumsu parmaklıkların üzerindeydi. Kadının üzerindeki beyaz elbise adeta bir gelinliği andırıyordu. Bana bu kadar tanıdık gelmesine aldırmayıp kadına doğru ilerledim."Merhaba," dedim ona iyice yaklaşınca. Bana dönmeyip konuştu.
"Acı çekiyorum."
"Anlamadım?"
"Eski hayatımı özledim. Buradaki hayatımı."
Genç kadın benim yeni fark ettiğim arkasında duran ağaç eve bakıp "Burada çok güzel zamanlarım oldu," dedi.
Sanki beni görmüyormuş, kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. Ona ne söyleyeceğimi bilemedim. Yüzünü görmek için ona bir kaç adım daha yaklaştım.
"Siz kimsiniz?" diye sordum.
Kadın henüz bana yüzünü dönmemişti. Harika bir şekilde toplanmış, çiçeklerle tutturulmuş kahverengi saçlarına bakıyordum sadece. Sırf bu görüntüsü bile ne kadar güzel bir kadın olduğunun kanıtıydı sanki.
"Bilmiyorum," dedi kadın. Benim soruma bir cevap mıydı bu yoksa kendi kendine konuşmasınım devamı mıydı anlayamamıştım. O yüzden konuşmalarına devam etmesini bekledim.
Kadın ağaç eve doğru ilerleyip yerden bir sulama kabı aldı. Hemen yanındaki çiçekleri sulamaya başladı. Onu takip ettim.
"Ben ne yaptım bilmiyorum," dedi.
Onun söylediklerinden bir anlam çıkarmaya çalışmak gerçekten zordu. Ne kadar konuşursam konuşayım sanki ben orada değilmişim gibi davranacağını bildiğim için onun konuşmasını beklemekten daha akıllıca bir şey gelmiyordu aklıma.
Kadın biraz sessiz kalıp tekrar konuştu.
"Eşimi kaybettim. Oğlumu kaybettim. Kendim kayboldum. Kendimi kaybettim. Ben..." deyip sustu. Bütün bu saydıklarını yavaş yavaş ve kesik kesik söylemişti.
Kadının elindeki sulama kabına baktım. Su bitmişti ama o hâlâ sulamaya devam ediyordu. Bir su kabına birde kadının saçlarına baktım. Kadın biraz daha susup çiçekleri olmayan su ile sulamaya devam etti ve cümlesini tamamladı.
"Ben, delirdim."
Birden açtım gözlerimi. Yatakta diklenip etrafıma bakmaya başladım. Kafamı çevirip yanımda bana bakan Rüzgar'ı görünce nerede olduğumu hatırladım. Derin bir nefes alıp verdim. Kendimi tekrar yatağa bırakıp gözlerimi kapattım.
Rüzgar yanımdan konuşup "İyi misin?" diye sordu.
Gözlerimi açmayıp olumlu anlamda kafa salladım. Yataktan kalktığını hissedince uyumak için kendimi biraz zorladım ama olmadı. Tekrar dikleşip yer yatağında yatan Rüzgar'a baktım. O anda aklıma bir şey geldi. Uyumadan önce yerde ben yatmamış mıydım? Ben uyuduktan sonra beni yatağa mı taşımıştı? Nedense bu durum beni çok şaşırtmıştı ve bir o kadar da etkilemişti. Neden yaptığı iyilikleri bu derece saklıyor, görünmesini istemiyordu ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABİS
RomansaŞiirin naiflik kattığı bir hikaye Abis. ♡ "Sevgiden kaçmak, sevmekten korkmak, ölümlü insanların yapması gereken son şey bile değildi. Sayılı günlerde misafir oldukları bu dünyada sevgiden kaçmak ve sevmekten korkmak kadar gülünç bir şey olabilir mi...