Hayatta mıydım yoksa ölmüş müydüm bilemiyorum ama eğer ölmüşsem burası cehenneme giden bir yol olmalıydı. Çok fazla acı çekiyordum, tüm vücudum çektiğim ızdırap yüzünden zangır zangır titriyordu. Ayrıca çok soğuktu, cehennemin sıcak olması gerekmez miydi?
Gözlerimi açıp içinde bulunduğum dipsiz karanlıktan kurtulmaya çalıştım ama tüm denemelerime rağmen başarılı olamıyordum. Birkaç kez daha denedim ve sonunda pes ettim. Bir sonraki denemem daha başarılıydı. Karanlığın içinden süzülüp kulaklarımı dolduran fısıltılara tutunmaya çalıştım.
''Uyanacak, ama onu şimdi sorguya çekemeyiz, çok güçsüz.''
Bu sözler bilincimin yerine gelmesini sağlamıştı. Gözlerimi açtım yavaşça. Gördüğüm ilk şey iki çift ayakkabıydı. Kaşlarımı hafifçe çatıp gördüğüm şeye bir anlam vermeye çalıştım, daha sonra kafamı biraz yukarı kaldırmaya başladım. Bu küçük hareket tüm bedenimde derin bir acı oluşturmuştu. Yine de kaldırmaya devam ettim. Saniyeler sonra o ayakkabıların, elinde silah tutan iki adama ait olduğunu fark ettim. Bilincim daha da açılırken görüş açım da genişledi. Yerde yatıyordum ve sanırım hala ölmemiştim. Cehenneme giden o karanlık yolda boş çikolata paketleri olmazdı.
Yani sanırım.
O an buna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Hissettiğim acıya bakılacak olursa ölmek daha iyi bir seçenekmiş gibi geliyordu bana. Gözümün önünden geçen böceğe aldırış etmeden derin bir nefes aldım ve etrafı incelemeye başladım. Küçük bir hapishane gibi bir yerdi burası; Soğuk ve ıslak. Burnuma dolan lağım kokusuyla yüzümü buruşturdum, koku o kadar yoğundu ki beni boğuyordu. Daha sonra doğrulmaya çalıştım ama karnıma giren acı yüzünden sertçe soludum ve yatmaya devam ettim.
Sesim adamların dikkatini çekmişti. İkisi de bana döndü. Uzun ve yapılı adam diğerine ''Patronu çağır hemen,''dedi ve diğeri odadan çıkarken yanıma gelip yere çömeldi.
Adam ''Demek uyandın,'' dedi ve kollarımdan tutup beni hızla ayağa kaldırdı. Canım o kadar yandı ki acı dolu bir çığlık attım.
Adam asabice ''Kapa çeneni,''dedi. Ardından beni odanın ortasında yer alan sandalyeye hızlıca oturttu. Bu sefer çığlık atmamıştım ama bu acı çekmediğim anlamına gelmezdi.
Pislik herif!
Adam sırıttı ve ''Aferin,''dedikten sonra dışarı çıktı.
Acımın dinmesi için derin derin nefesler alırken nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Bulunduğum yerin hapishaneden bile kötü olduğuna karar verdim. Pencere yoktu. Loş sarı ışık odanın yarısını bile aydınlatmıyordu. Neresiydi burası? Peki, Rex neredeydi, hala hayatta mıydı? Hayır, böyle düşünmemeliydim. Ona bir şey olmazdı.
Kafamı eğip üzerimdeki sıfır kol tişörte ve siyah kumaş pantolona baktım. Pantolonum yerinde duruyordu ama tişört bana ait değildi. Elimle tişörtün ucunu tuttum ve yukarı doğru kaldırdım. Yaramın üzerinde beyaz bir sargı bezi vardı, sanırım tedavi etmişlerdi.
Peki, kimdi bunlar?
Derin bir nefes alıp tedirgin olmamaya çalıştım ve odak noktamı hapishaneme verdim. Hapishanem diyordum çünkü hapsedildiğim gün gibi ortadaydı. Burası pislik içindeydi. Köşede küçük bir klozet vardı, hemen yanında ise küçük bir su bidonu. Onun dışında sol duvarın dibine kartonlar serilmişti. O kadar eskiydi ki uzun zamandır kullanıldıkları belliydi.
Benden önce birileri burada kalmış olmalıydı.
Birden kapı açılınca gözüm giren kişinin yüzüne kaydı. Kırklarının başlarında olduğunu düşündüğüm bir adam yavaş adımlarla içeri girip kapıyı kapattı. Üzerinde pahalı bir takım elbise, kolunda ise pahalı bir saat vardı. Az önce patron diye bahsettikleri kişi bu olmalıydı.
Adam bana doğru gelip hafifçe eğildi ve ''Uyanmışsın demek. Ne kadar zamandır senin uyanmanı bekliyorum biliyor musun?'' diye konuştu.
Sorusunu es geçip ''Kimsiniz siz? Neden buradayım?'' diye sordum hemen.
Hafifçe gülüp ''Ah, kendimi tanıtmadığım için üzgünüm ama o biraz bekleyebilir, sonuçta tanışmak için önümüzde çok uzun bir zaman var,'' dedi.
Uzun zaman mı?
Tanrım!
Dayanamadım ve sonunda ''Sana kimsin diye sordum,'' diye bağırdım birden bire. Belki de bağırmamam gerekiyordu ama kendime hâkim olamamıştım. Çok acı çekiyordum ve hapsedilmiştim. Asabi olmam çok doğaldı. Ayrıca ona korktuğumu belli etmek istemiyordum.
Rex asla korkunu belli etme demişti.
Adam gülümsemeye devam ederken '' Saygısızlık etme Kate,'' dedi, ardından bir süre gözlerimin içine bakıp ''Yoksa sana başka bir isimle mi hitap etmemi istersin, mesela Andy? İki de bana uyar,'' diye bitirdi cümlesini.
Gerçek kimliğimi bildiğine göre bu Simon'un işi olmalıydı. Bu sefer bir şey söylemedim. Ne dersem diyeyim asla bana kim olduğunu söylemeyecekti. Öğrenmeye çalışmam bile aptallıktı. Sustum ve gözlerine bakmaya devam ettim. Yüzü hiç tanıdık değildi, onu ilk defa görüyordum.
Konuşmadığımı görünce ''Tanışma faslını sonraya erteleyelim bence, mesela biraz daha iyileşip güç topladığın zamana,'' dedi ve ardından bana doğru eğilip ''Çünkü o zaman geldiğinde tüm gücüne ihtiyacın olacak inan bana,'' diye fısıldadı.
Sonra beni bu pislik yuvasının içinde bırakıp gitti. Korku dolu gözlerimi sağa sola çevirirken düşünmeye çalıştım. Seçimler sabote edilmiş, YAK saldırıya uğramıştı. Yerde yatan ölü bedenler bir bir gözümün önüne gelmeye başladı. Herkes iyi miydi bilmiyorum ama içimden bir ses saldırının faturası fazlasıyla ağır olacak diyordu. Ayrıca kaçırılmış ve bir lağım çukuruna benzeyen bu küçük odaya hapsedilmiştim.
Neden kaçırılmıştım?
Bilmiyorum.
Benden ne istiyorlardı?
Bilmiyorum.
Bildiğim tek şey ev sahiplerimin pekte cana yakın insanlar olmadığıydı.
Devam edecek...
![](https://img.wattpad.com/cover/70056430-288-k630671.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUKLA: Y.E.M ( -TAMAMLANDI- )
Action*Kukla serisinin ilk kitabıdır. *Kukla: Y.E.M (Yeraltı Eğitim Merkezi) *Kukla: Y.A.K (Yeraltı Konseyi) Yeryüzü herkes için aydınlıktır ama Yeraltında işler farklı yürüyordu. *** Andy Pierce sıradan...