"Hanımefendi hangi yüzüğü beğendiniz?"
"Ha ne efendim ne dediniz?"
Karşımdaki orta yaşlı gözlüklü adama boş boş bakıyordum. Yanımdaki duvara yaslı bir şekilde beni göz hapsine almış adamı ise umursamamaya çalışıyordum. Hala bu durumda olduğumuza inanamıyorum. Evet ben hatalıyım, bunu kabul ediyorum ama bu duruma daha ne kadar devam edilebilir bilemiyorum. Ben o geldiğinde her şeyi anlatırız ve yalanım son bulur sanıyordum. Ama pek sevgili Baran Bey bunun bir süre daha devam etmesi gerektiğini iğneleyici bir dille belirtmişti. Şaka yapıyor sanmıştım fakat sonuç hüsran. Neymiş inadı tutmuşmuş. Karadenizliymiş ona esermiş böyle. Adam benle alay ediyor resmen ya. Allah'ım sen akıl sağlığını koru bu kulunun!
"Sen bizi duyuyor musun canım?"
Kolumdan tutulup arkama döndürülürken duyduğum cümleyle gözlerim yuvalarından fırlayacaktı neredeyse. Bir de böyle bir şey vardı. Sadece annesine karşı değil herkese karşı oynuyorduk. Çünkü burası küçük bir yerdi ve bir haberin yayılması tek bir kişinin öğrenmesine bakardı. Ama böyle pat diye de söylenmez ki ulu orta ayıp denen bir şey var.
Sinirle kolumu arkamızdaki kuyumcuya belli etmemeye çalışarak onun elinden kurtardım ve zoraki bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Bu çok yapmacık bir gülüştü.
"Şey ben dalmışım. Şuradaki ince olan olur mu?"
Kuyumcu şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla seçtiğim yüzüğe bakıyordu. Adam tam elini uzatmış yüzüğü paketlemek için alacakken arkamdaki koca devin sesi onu engelledi.
"Abi sen sağ üstteki alyans takımıyla şuradaki tek taşı paketle, biz geliyoruz hemen."
Tek taş derken? Biz geliyoruz derken? Nereye demeye kalmadan kendimi kuyumcunun dışında Baran'ın karşısında buldum. Şuan sinirden patlamak üzereyim. Bu sefer o değil ben konuşacaktım.
"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz böyle. Anneniz için bu yalanı sürdürmeyi kabul ettim ama bu kadarı fazla bence. Boşa masraf."
Baran Bey sözlerime karşı kaşlarını çatıp gözlerime dik dik bakmaya başladı. Ve bu beni ürkütüyor. Bu adam neden bu kadar korkunç görünüyor ki kızınca. Sert sesiyle konuşmaya başlayınca dikkatimi söylediklerine verdim.
"Birincisi bu yalanın kaynağı sensin, bunu unutma. İkincisi ise annem detaycı bir kadındır ve ben annemin bir şeylerden şüphelenip üzülmesini istemiyorum. Her ne kadar sen onun anaç tarafını görmüş olsan da inan bana annemi sinirlendirmek istemezsin."
"Yalanı ben söylemiş olabilirim ama siz de sürdürmek istediniz ve bu konuda bana bir gerekçe bile sunmadınız."
Haklıyım. Kafede tek söylediği bu yalan sürdürmemiz gerektiğiydi. Sebebi ise muamma. Kafamn içinde tek bir sebep dönüp duruyor nedense. İNTİKAM. Benden intikam almak istiyor muhtemelen. Sonuçta o bir asker genlerinde var intikam almak. Da ben düşman değilim. Tabi hemen sonra annesini basit bir intikam için kullanmayacağı geliyor aklıma ve yine sorularımla yalnız kalıyorum.
"Gerekçe mi istiyorsun? Sence annem yeterli bir gerekçe değil mi? Beni az önce duymadın galiba biz Karadenizliyiz ve inan bana annemi kızdırmak istemezsin."
Sevgi annem kızmaz ki o adeta bir şeker gibi.
"Güldürme beni Sevgi annem öyle biri değil ki. Tamam böyle bir olay karşısında her anne bir tepki gösterir ama en fazla ne yapabilir ki?"
Ben konuştukça Baran'ın suratında alaylı yamuk bir sırıtış oluşuyordu. O böyle sırıttıkça konuşurken kendime olan güvenim yerle bir oluyordu. Şeytan diyor ki geçir ağzına bir tane bir daha toplayamasın ağzını. Ama ben iyi bir kız olduğum için şeytana uymayacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Safderun
RomancePaçasını kurtarmak için ortaya attığı yalanın onu bu kadar farklı noktalara sürükleyebileceğini hiç düşünmemişti öğretmen hanım. Çünkü atladığı ufak bir nokta vardı; kader. Doğu'da görev yapmak için yanıp tutuşan ve gönüllü olarak bunu yapmayı başa...