Oturduğum sandalyede iyice küçülmüştüm. Bana bakan kızgın gözler beni göremeyene dek küçülmeye de razıydım. Gerçekten beyin fonksiyonlarım çalışmıyor muydu acaba o askere nişanlısıyım derken. Üstelik şuan sanki bu durumdan çok memnunmuşum da bunu her yerde dillendiriyormuşum gibi göründüğüme emindim. Odaya gireli yaklaşık beş dakika olmuştu ve Baran'dan hala ses çıkmamıştı. Ya sakinleşmeye çalışıyordu. Ya da -ki inşallah budur- uyuyakalmıştı.
"Öğretmen Hanım size tek bir soru soracağım. Basit tek bir soru. Neden?"
Uyumamıştı. Ama sesi de çok kızgın çıkmıyordu. Sadece dışarıdaki kar havasından biraz daha soğuktu o kadar. Sorduğu soruyu anlamamazlıktan gelerek kurtulabilir miyim acaba?
"Ney neden?"
Bakışlarım yerde olduğu için verdiği tepkiyi göremiyordum ama duyduğum alaylı gülüş her şeyi görüyormuşcasına korkmama sebep oldu. Bu adamı bu sefer gerçekten kızdırmıştım. Sesi ilkine göre biraz daha yüksek çıkacak şekilde sorusunu açarak yineledi.
"Neden nişanlı olduğumuz(!) söyleme gereksiniminde bulundun?"
Derin bir nefes alıp sorusunu kaçmadan yanıtladım bu sefer kendimce.
"Aslında tamamen yanlışlıkla oldu. Yani bir anda çıktı ağzımdan."
Evet tek açıklamam bu ne yapabilirim yani. Baran cevabım karşısında yerinden hızla kalktı ve odayı adımlamaya başladı. Keşke arkadaşı çıkmasaydı. Belki o sakinleştirirdi Baran'ı. Gerçi o da çıkarken bana yenge diyerek yangınıma odun atıp gitmişti ya neyse. Baran derin bir nefes sesinden sonra yerimden sıçramamı sağlayacak bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
"Bana artık yalan söylemek istemediğini söyledikten sonra sence bu yaptığın mantıklı mı ha Gülfeyza?"
Değildi farkındaydım ama bir insanın üzerine de bu kadar gelinmez ki canım. Yetti dayandığım. Hızla oturduğum yerden kalkıp gözlerinin içine bakarak savunmaya geçtim.
"Eeeh yeter ama. Tamam haklısın ama söyledim işte bilinçli söylenmiş bir söz değildi. Özür dilerim ama bu saatten sonra elimden bir şey gelmez. Kusura bakma kısmetini kapattım."
Sakinleşmek için kendime zaman tanımadan elimdeki saklama kabını masasına sertçe koydum ve sözlerimi bağırarak ve hırçın bir tavırla devam ettirdim.
"Teşekkür için kek yapmıştım! Yersin! Gidiyorum ben afiyet olsun sana!"
Sehpanın üstündeki çantamı alıp hızla arkamı döndüm ve kapıya yöneldim. Herkesin bir dayanma sınırı var canım. Ne yapabilirim ki bu saatten sonra. Söz ağızdan bir kere çıkıyor sonuçta. Bir saniye ben neden hareket edemiyorum acaba. Kolumda hissettiğim hafif baskıyla kapıdan çevirildim. Tabiki Baran tarafından. Şimdi yüz yüzeydik. Şükür aramıza mesafe koymayı akıl edebilmişti paşam.
"Dur bakalım öğretmen hanım öyle posta koyup gitmekle olmuyor bu işler. Konuşalım bir. Tamam özrünü kabul ettim ve ben de özür dilerim biraz fazla tepki verdim. Kusura bakma. Biraz kötüyüm bugün."
Konuşmanın başı beni tatmin etse de son kısmına takılmıştı aklım. Kendime hakim olamayıp elim gayri ihtiyari alnına giderken az önceki çıkışlarıma tezat yumuşak bir sesle konuştum. "
Neyin var hasta mı oldun?"
Gözlerim alnından Baran'ın gözlerine inice onun pörtlemiş gözleriyle kendime gelip elimi ve kendimi hızla geri çektim. Ne yapmıştım ben öyle!!!! Allah'ım utançtan ölücem birazdan.
"I-ıh yani neyiniz var hasta mı oldunuz?"
Baran bendeki değişimi fark edince gözlerini kırpıştırdı ve güçlü duruşuna geri döndü. Şimdi bakıyorum da üniformanın içinde ayrı bir heybetli adam vesselam. Ayhh. Tövbe tövbe. Beynim bulandı bugün iyice.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Safderun
RomancePaçasını kurtarmak için ortaya attığı yalanın onu bu kadar farklı noktalara sürükleyebileceğini hiç düşünmemişti öğretmen hanım. Çünkü atladığı ufak bir nokta vardı; kader. Doğu'da görev yapmak için yanıp tutuşan ve gönüllü olarak bunu yapmayı başa...