Tarih: 5 Nisan "2011"
*JULIE SCOTT*
Kulağımda kulaklık çalışma masamda oturuyordum. Önümde illokul ders kitaplarım, kalem, silgi vardı. Yine o müzik çalıyordu.
Müzik: Tove Lo - "Scars (Yaralar)"**Scars we carry (Taşıdığımız yaralar)
Carry with memories (Yaralarımızın taşıdığı anılar)
Memories burn by the dark (Anılar karanlıkta kayboldu)
Try to see clearly ([Geçmişi] net görmeye çalış)Tears we bury (Gizlediğimiz göz yaşları)
Cause the pain got us falling apart (Çünkü acı [ruhumuzu] parçalara ayırır)Know they're cutting you deep ([Ruhunu] derinden kestiklerini biliyorum)
Feel the scars in your sleep (Yaralarının acısını uyurken hisset)
What didn't kill us made us stronger ( Ne, bizi öldürmedi de daha güçlü yaptı)**Danielle annemin çığlığı müziğin sesini bastırıyordu. Kulaklığımı çıkarttım. Sadece dinliyordum.
-Lanet olsun Andrew şimdi de kendi evini mi soruyorsun ? Bırak onları...
Patlayan silah sesiyle annemin kesilen sesi, elimde kırılan kalem ve gözümden inen geçmişin yaralarıyla dolu yaşlar. Yere düşen bedenin sesi silah sesinden daha derin yarmıştı kanamakta olan yaralarımı.
Yatak odasından odama doğru bir ayak sesi duydum. Hemen yatağıma yatıp yorganın altına girdim. Başım yorganın dışında kalmıştı.
Biraz sonra kulağa rahatsızlıktan başka bir şey vermeyen kapı gıcırtısı ve odaya basan adımlar. Arkam kapıya dönüktü. Hani çocukken anne babamıza numara yapmak adına yaptığımız şeyi yapıyordum.
Soluk alıp verişi aceleciydi. Biraz sonra yavaşlamıştı. Tek duyduğum onun soluk alıp verişleriydi. Andrew Scott...
Onun soyadını taşımak bile yeterince aşağılayıcı bir şeydi.
Aynı adımlar odayı geldiği gibi terketmişti. Beni de öldürmesine sesim çıkmazdı. Teslim oluşmuydu bilmiyorum ama ben kendimi silahtan çıkacak tek bir kurşuna teslim etmiştim.
Evin kapısının kapandığını duydum. Nefes almaktan başka işeye yaramayan bedenimi yataktan kaldırdım. Odamdan çıktığımda yatak odasının aralık bırakılmış kapısının altından süzülen kanlar...
Yavaşça Danielle annemin yanına eğildim. Saçlarını okşamaya başladım, tıpkı bir zamanlar saçımı örerken yaptığı gibi; ellerini iki elimin arasına aldım, tıpkı benimle konuşurken yaptığı gibi; yanağına ölüm kadar hafif bir öpücük kondurdum, tıpkı her gün okula gönderirken yaptığı gibi...
Kapı çalmaya başlamıştı hem de aralıksız. Çalan kişi o kadar ısrarcıydı ki elini zilden hiç çekmiyordu. Yatak odasından çıktığımda göz yaşlarımı elimin tersiyle silmeye çalışıp kapıya doğru yürüdüm.
Kapıyı açtımda o vardı. Kızım diyip sımsıkı sardı kollarıyla. Tek başına savaşmak zorunda değilsin, her zaman yanında olacağım...
Tanrı Kronosun Oğlu, SonsuzlukVeÖtesi_24 ve nihayetinde öz babam Christopher Rutherford'un kolları arasındaydım.
Yaralarından ders çıkarmayı öğrenen, sürekli, yılmadan savaşan, Zaman akıntısına karşı kulaç atmaya çalışan ama nehrin bitimindeki düşeceği kaderinden kaçamayacak olan Kronos'un kızı Zaman Tanrısı JULIE RUTHERFORD....
{{ YORUM ve OY'lar mutlaka birileri tarafından yaralanmış yüreklerinizden öper. }}
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRT HAYAT Wattys2017
Science FictionZaman benim kölem, kader ise Tanrı'mdı (ZAMAN) Tanrı'n burada iken dua etmen gerek yok... Dokunduğum anda hissettiğim duygulardı, içimde atışını hissettiğim kalpler (RUH) Durmaksızın, tükenmeksizin, soluk dahi almaksızın koşuyordum hiçliğin orta...