Müzik: Lykke Li - "No Rest For The Wicked"
Elimi yüzüme dokundurdum. Şu an hangi cehennemdeydim. İçimden "Yeteer" çığlıkları yükseliyordu. Ancak nedense üstüme karabasan çökmüş gibi çığlığımı duyuramıyordum dünyaya. Sadece kavramaya çalışıyordum. Ama bir türlü aklım almıyordu şu an 10 yaşındaki aklımda değildim. 10 yaşındaki bir bedenin içinde 14 yaşında bir zihin. Acaba yine kabus mu diyemiyordum. Çünkü değildi olamazdı. Sırtımı odanın kapısına dayamış dizlerimi geri çekmiş vaziyette oturuyordum. Olup bitmiş olanı kavramaya kudretim yetmiyordu. Ani bir karar ile ayağa kalktım. Neler olup bitiyor anlamam gerekiyordu. Şu an hangi zamandaydım. Çünkü zaman kavramı artık benim için tükenmişti. İlk iş elimi cebimde attım. Ancak telefonum olmadığını farkettim. Lanet olsun telefon bana 11. yaş günümde alınmıştı. Kimimiz ikindi vakti yatıp akşam gibi kalktığımızda o anı bir ertesi günün seher vakti zannetmemiz gibi bir olay yaşamışızdır . Ancak benim o anki durumum bundan da beterdi. 10 yaşındaydım bu konuda emindim. Gözüm 12 yaşına kadar kullandığım emektar bilgisayarı kesti. Yavaşça masaya doğru yöneldim ve sandelyeye oturdum. O an kendi kendime şunu dedim "Öncelikle şu an gördüğün rüya değil bunu kabul et." Evet, çünkü artık bunun bir çeşit rüya filan olduğunu düşünmüyordum. Düpedüz gerçekti bu yaşadıklarım. Akıl ne kadar müthiş bir şey olsa da insana bu denli gerçekçi rüya göstermeye muktedir olamazdı. Yoksa "gerçeklik" kavramı yerle bir olurdu insan için. Aklımda bu düşünceler geçerken Matrix filmindeki hepimizin bildiği o meşhur soru aklıma geldi. Gerçek nedir ? Duyularımızla algıyabildiklerimiz mi gerçek ? Yoksa duyularımızla beyne ulaşan elektrik sinyallerimi gerçek olan ? Sorunun bu kısmını kendim eklemiştim. Her ne kadar yaşadıklarımın gerçek olduğunu kabul etsem de içimdeki şüpheci bir fısıltı çekinmeden "Ama!" diye soruyordu ikna olmamışçasına. Kabul ettim etmesine de, o zaman beni bekleyen dehşet verici bir soruyla karşı karşıyaydım. Biraz önce 14 yaşındayken şimdi nasıl oluyor da 10 yaşındayım. Dilim kurumuştu, uzun zamandır su içmemiştim. Sırf annem ve babamla uğraşmak istemediğim için aşağıya su içmeye inmedim. Soğuk terler akıyordu yüzümden. Ellerimi birbirine ovuşturuyor ve hakikatın muhakemesini yapmaya çalışıyordum. Evet zamanda yolculuk yaptım, dedim kendi kendime. Ancak bu sözün vermiş olduğu kafa karışıklığıyla sarsılırken bir yandan kendi kendime "Sen deli değilsin." diye mırıldanıyordum. Kendim dahi bu hakikatin azametinden çekinirken başka hiç kimseye inandıramazdım kendimi. Nedense aklım takılması gereken dairenin dışındaki bir soruya yoğunlaştı. Sanki bu durumu kendime açıklayabilmişim gibi insanlara bu durumu nasıl açıklayıp onları nasıl ikna edeceğimi düşünüyordum. Sanki birilerini ikna etmek zorundaymışım gibi. Konuyu biraz fazla dağıtmıştım. Neyi nasıl düşüneceğimi bilemiyordum. Hemen ellerimi bilgisayarın klavyesinin üzerinde gezdirmeye başladım. Google'a "Zaman Yolculuğu" diye arattım. Basit düşünmem gerekiyordu, sadece anlamalıydım. O yüzden anlaşılması zor bir arama yapmak istemedim. Saatlerce internette gezindim ancak tek gördüğüm işime yaramayacak boş bilgi çöplüğüydü. Çünkü insanlar basit düşünüyordu. Karşılaştığım sonuçlar neticesinde acaba insanlık tarihinde ilk ben mi böyle bir deneyim yaşıyorum sorusu gelmişti. Aslında artık bu durumun adını zor da olsa koymuştum."Ben zamanda yolculuk yapabiliyorum." Ancak bu kabulleniş çok ciddi travmatik bir gerçeği de beraberinde getirdi. O zaman benim kabus diye yaşadığım babamın annemi, beni vurması , yaşadığım trafik kazası. Bunların hepsi benim zaman yolculuğumun eseri miydi ? Şayet öyleyse geriye yalın bir gerçek kalıyordu. Zamanın içine etmiştim. Çünkü işleri her seferinde daha zora sokmuştum. Bir yandan aklım bu düşüncelerle dalgalanırken diğer bir yandan da umutsuzca belki bir şey bulurum diyerek internette gezinmeye devam ediyordum. Sonrasında garip bir siteye girdim. Sitenin adı "Öğretilemeyen gerçekler." idi. Daha çok siyasi ve bir takım tarikatlarla ilgili yazışmalar vardı. Bir çeşit forum sitesiydi. Ancak konuşulan konular beni bir bakıma ürküttü. Tam çıkacakken değişik bir sohbet konusu gördüm ve merakla tıkladım. "Kader denilen teslimiyet." şeklinde bir konu açılmıştı. Belki de hayatımda daha önce hiç karşılaşmadığım şekilde yazıyorlardı buradaki insanlar. Öncelikle fark ettiğim bu oldu. Ancak bir yorum vardı ki beynimi ve düşünme yetimi felç etti. Zamana ve kadere bakış açısı beyin yakan cinstendi. O yorum aslında makale niteliğinde bir yazıydı.
Yorum aynen şu şekildeydi...
(YORUM ATAR VE OYLARSAN YAZARINI ÇOK MUTLU EDERSİN.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRT HAYAT Wattys2017
Fiksi IlmiahZaman benim kölem, kader ise Tanrı'mdı (ZAMAN) Tanrı'n burada iken dua etmen gerek yok... Dokunduğum anda hissettiğim duygulardı, içimde atışını hissettiğim kalpler (RUH) Durmaksızın, tükenmeksizin, soluk dahi almaksızın koşuyordum hiçliğin orta...