Müzik: Tony Orlando - "Halfway To Paradise"
Bir yandan komik bir durumdu bu. Sinirden ağlıyordum. Tabi bu ağlama dışarıdan duyulduğu haliyle cıyaklamadan öte değildi. Ellerime baktım ne kadar küçüktüler. Nedense onları ağzıma alıp emme isteği uyandı. Elimi ağzıma götürdüm. Tadı da hoşuma gitmişti. Aman Tanrım! Ne saçmalıyordum ben böyle. Biraz sonra burnuma garip bir koku geldi. Tanrım! Kıpkırmızı olmuştum. "S**tığımın bebekliği ne kadar saçma bir şeymiş meğer." Bir de altıma ediyim tam olsun demeye kalmadan.. " Hass** Lanet olasıca dilimi eşek arıları soksun. Gürültülü bir ses bombasından sonra olanlar oldu. Bağırmak istiyordum. Ve tüm gücümle "İmdaat!" diye bağırdım. Ne yazık ki dışarıdan tek duyulan benim kulak tırmalayıcı "Ingaa" sesimden başka bir şey değildi. Sonra hemşire diğer bebeklerden biriyle ilgilendikten sonra bana döndü ve " Patlama sen de, sıra sana da geliyor." dedi ve yanıma geldi. "Eveet bakalım burada ne varmış?.." Aman Tanrımmm! O an yerin yedi kat dibine gömüldüm. Kadın geldi ve sanki çok normalmiş gibi altımdaki zıbınımı ve bezimi çıkarttı. Ben de genç kızlık, ergenlik filan iptal. Tabi o bunları yaparken ben de engel olmak için cıyaklıyor sürekli kıpraşarak mani olmaya çalışıyordum.
Mahremimi açtığı anda utancımdan kızaran yüzümü küçücük ellerimle kapattım. Hemşire gülümseyip "Ay ay küçük kızımız utanmış." dedi. Sonunda işi bitmişti. Aman Tanrım! Bu anı ölene kadar unutmayacağım.
"Altını da temizlediğimize göre anneyi görme vakti." Annem mi ? İlk defa annemin genç halini görecektim. Sanırım ilginç bir deneyim olacak. Tabi birde meme emme olayı var ama az önce göğüs gerdiğim rezillik düşünüldüğünde bu o kadar da zor olmasa gerek. Yavaşça üstünde yattığım battaniyeyi üzerime sararak beni annemin yanına götürmeye hazırladı.
Kapının önündeydik. Hemşire yavaşça kapıyı aralayıp seslendi:" Annesi küçük bir ziyaretçin var." İçeride duran kadın benim annem değildi. Bu da kimdi ? Hayır hayır ben annemi istiyorum. Bu kadın annem değil. Kadının yüzünü tam olarak gördükten sonra bu sefer avaz avaz cıyaklamaya başladım. Hemşire yine şakacı bir dille "Ee hazineye ulaştı." Ne hazinesi ben hazine falan istemiyorum ben annemi istiyorum. Ne yapacağımı bilemediğim için cıyaklamak ve kıpraşmaktan bir şey yapamıyordum. Bu arada hazine anne memesiydi. Ne hazine ama(!) Kadın göğsünü açtı beni emzirmeye yeltendi ama buna müsaade etmedim. Sen benim annem değilsin! Annem nerede ?
Kadın sonunda beni emziremeyeceğini anladı. Başarmıştım. Tanrım! Resmen bebek olmaya alışıyor gibiydim. Hoş alışılamayacak ne vardı. Hiç bir sorumluluğun yok.
Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. O kadın sanki onun bebeğiymişim gibi bana garip bir tebessümle bakıyordu. Acaba bir karışıklık mı oluşmuştu ? Hani şu pembe dizilerde gördüğümüz cinsten. Yok ya şimdi biraz düzelirdi. Annem içeriden girer " Bu benim bebeğim yanlışlıkla karışmış da." diyip geri alırdı. Yine saçmalamaya başlamıştım ben de. Yook, bu bebeklik bana yaramadı. Sanki markette poşet karıştırmış gibi "Afedersin bebekler karışmış da benimkiyle takas etsek(!)" Bunları düşünürken göz kapaklarım ağırlaştı ve dalmıştım. Kapı tıklanmasıyla olduğum yerde sıçrayıp bir anda gözlerimi açtım.
Gelen babamdı, Andrew. Onun bu kadınla ne işi vardı. Biraz sonra mevzuyu çaktım. Tabi yaa! Sonunda beni gerçek anneme götüreceklerdi. Babamın ardından annem Danielle de odaya girdi. O kadın da uyanmıştı. "Siz o çift misiniz ?" dedi. Daha dünmüş gibiydi annemin cenazesine katılışım. Ve yine cıyaklamaya başladım. Ama bu seferki biraz daha farklıydı. Anne hasreti çeken bir bebeğin haykırışlarıydı bunlar.
- İsterseniz siz bebeği uyutun biz kafeteryada bekleriz.
- Gerek yok!Evet, evet bence de. O an baktım ki ağladığımda iş benim lehime dönüyor hemen suspus oldum.
- Bakın hem bebek de sustu zaten.
Müzik: Syd Matters - "Obstacles"
Let's say sunshine for everyone (Herkes için 'gün ışığı' diyelim)
But as far as I can remember (Ama hatırlayabildiğim kadarıyla)We've been migratory animals (Göçmen hayvanlar olduk)
Living under changing weather (Değişen hava koşullarında yaşamak)Someday we will foresee obstacles (Birgün gelecekteki engelleri öngörürüz)
Through the blizzard, through the blizzard (Kar fırtınaları sayesinde (x2))
Today we will sell our uniform (Bugün üniformalarımızı satacağız)
Live together, live together (Beraber yaşa (x2))
Heyecanla konuşma faslının geçmesini bekliyordum. Kadının gözlerinin hafiften dolmaya başladığını görebiliyordum. Annem dayanamayıp "Bakın isterseniz siz biraz bebeğinizle baş başa kalıp hasret giderin." dedi. Ne hasreti yaa?
Kadın beni tekrar kucağına aldı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve o an gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Kahverengi gözlerinden süzülen damlalar birer birer ameliyat elbisesinin üzerine düşüyordu. Açık kahverengi saçlarını eliyle arkaya atıp küçücük ellerimi ağlamaktan büzüşmüş titrek dudaklarıyla hafifçe öptü. Bir yandan ellerimi tutuyor bir yandan da kendi kendine "Mecbursun!" diye kızıyordu. Sonra tekrar, bu sefer direkt gözlerimin içine bakarak "Anlıyor musun kızım ? Senin de peşinden gelirler. Bunu yapmaktan başka çarem yok!" Bu esnada derin ve gürültülü bir nefes aldı. Ardından gözündeki yaşları sildi. Ve bu sefer daha sakin bir ses tonuyla sözlerine devam etti. "Merak etme bir gün genç kız olduğunda bu yaptığım için bana dua edeceksin. Hem ben biraz araştırdım. Bu insanlar için benden bile iyi insanlar diyebilirim. Sana hak ettiğin hayatı vereceklerini biliyorum."
{Ne hayattı ama babası annesini vurup hapse düşecekti. Ama Raine'nin o an için bu aileye umut bağlamaktan başka yapabileceği pek de bir şey yoktu.}
"Seni seviyorum kızım." diyip kulağıma şu sözleri fısıldadı "Senin adın Julie..."
Az sonra odaya Danielle ve Andrew girmişti. Evet Danielle ve Andrew diyorum. TANRIMMM! Çenemi ve olmayan dişlerimi o kadar sıkmıştım ki. O anki yaşadığım sarsıntı tarif edilemez bir depremdi. Bu kadar mı basit; hayallerin, umutların, sevginin ve doğruların bir anda yıkılması. Sanırım hayatımda yediğim en yıkıcı darbeydi bu. Zamandaki gitgellerim bile bu kadar sarsmamıştı beni.
TANRIM!! İnanamıyordum.. olamaz.. yoksa... Annem beni Danielle ve Andrew'e evlatlık olarak vermişti!..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRT HAYAT Wattys2017
Ciencia FicciónZaman benim kölem, kader ise Tanrı'mdı (ZAMAN) Tanrı'n burada iken dua etmen gerek yok... Dokunduğum anda hissettiğim duygulardı, içimde atışını hissettiğim kalpler (RUH) Durmaksızın, tükenmeksizin, soluk dahi almaksızın koşuyordum hiçliğin orta...