39 -F İ N A L-

365 37 16
                                    

Henna

Geri döndüğümüzde halk büyük bir coşkuyla karşılamıştı askerleri. Tüm sokaklar bayram havasına bürünmüş ve süslenmişti. Galibiyetin haberi bizden önce gelmişti buralara anlaşılan. Akşama yapılacak şölen için büyük bir hazırlık hakimdi sarayın her yanında.

Kısa süre sonra davulların tok sesleri doldurduğunda etrafı tüm halkın işini gücünü bırakıp meydana akın ettiklerini farkettim. Yorgun bacaklarımı kalabalığa yönlendirip arkalarından meydana çıktım. Meydanın ortasında eski filmlerden gördüğüm bir giyotin konulmuştu. Halk hep bir ağızdan konuştuğu için cümleler birbirine geçmiş, hiç birşey anlaşılmıyordu. Ortaya atılan bir yetkili kısa bir açıklama yapsada ne söylediği bile anlaşılmıyordu.

Kısa bir süre sonra kalabalığın birbir açılarak yol verdiğini görünce o yöne baktım. Kral Tunda, eşi kraliçe Esther, Valisia ve Varyan tek tek dizilmişlerdi. Kraliçe elindeki işlemeli mendile burnunu gömmüş hıçkıra hıçkıra ağlarken Arten'in sürüklenerek meydana getirildiğini farkettim. Dil döksede kimse onu dinlemiyordu ve Arsel'inde gelmesiyle tüm mırıltılar bıçak gibi aniden kesildi.

"Vatana ihanetinin bedelini hayatınla ödeyeceksin Arten." dedi Arsel soğuk bir sesle. Diz çökmesi için omuzlarına bastırıldığında diretince bacaklarına aldığı darbeyle yere kapaklandı. Olayların bu şekilde ilerlememesi gerekiyordu ancak birazdan Arten ölecekti. Giyotinden elleri geçirildikten sonra başıda uzatıldı ve başında bekleyen adam keskin uçlu tahta sapı sıkıca tuttu elinde. Onu bıraktığında tahtanın ucundaki keskin metal Arten'in başını omzundan ayıracaktı.

"Son sözleriniz nedir?" diye sordu başındaki adam hissiz bir sesle. Yüzündeki tek kası bile hareket etmemişti. "Hepinize lanet olsun!"

Arten'in hırlayan sesinin duyulmasıyla Arsel başıyla celladı onayladı ve adam tuttuğu tahtayı aşağı doğru bastırdı. Bir kaç saniye sonra Arten'in cansız başı yere yuvarlandı. İnanamaz gözlerle tekrar ve tekrar cansız başa baktım. Arten'e aitti, yanlış görmüyordum. Sonsuza dek bu paralel zaman diliminde sıkışıp kalmıştım. Gelecek geri döndürülemez bir şekilde değişmişti. Ordan hızla uzaklaştım. Koştum. Ayaklarımda güç bitene kadar koştum.

Typhon avuçlarımın arasından kayıp gitmişti bir kez daha. Onun yokluğuna alışmak... Buna bir daha katlanamazdım. Anlayamadığım ve asla değiştiremeyeceğim; buna gücümün yetmeyeceği bir zamanda yaşamak ızdırap vericiydi. Ayağım nemli orman zemininde bir şeye takılınca olanca gücümle yere doğru savruldum ve başım taşlaşmış bir kütüğe hızlıca çarptı. Canım acıdı.

Kırılan dal parçalarından çıkan sesten birinin bana yaklaştığını farkettim. Vahşi bir hayvan olsaydı keşke. Aç bir kurt veya vahşi bir ayı. Hemencecik işimi burda bitirecek herhangi birşey. Yaşamak acı vericiydi, bir kez daha.

Üstüme eğildiğinde kim olduğunu görebilmek için başımı biraz daha kaldırdım ve boynumdaki acı kendini hatırlatsada aldırmadım. Sky kapkara gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Belimden tutup beni kaldırdığında karşı koymadım. Bir süre vampir hızında meydandan uzak bir noktaya ilerledikten sonra epeyce yüksek bir çağlayanın başında durduk. Sular büyük bir gürültüyle aşağı dökülüyordu.

Beni yere bırakmak yerine elinden bırakmadan yere oturdu ve sert bir nefes aldı. Sıcacıktı! "Öldür beni." dedim cılız bir sesle ancak cevap vermedi. Başımı ona doğru çevirdiğimde gözlerinin koyu kahveden maviye doğru kaydığını farkettim. Çıldırıyordum. Kesinlikle çıldırıyordum. Ölmem gerekliydi. Kafayı yemiştim ben.

MUTANT PRENS #wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin