Arsel
"Eve gitmek istiyorum." Henna'nın saatlerdir kulaklarımda yankılanan sesi artık sinirlerimi bozmaya başladığında yanına usulca yaklaşıp hırlayarak çıkan sesime engel olamadım. "Eve gittiğinde diğer vampirlerin sana neler yapabilecekleri konusunda hiç bir fikrin yok öyle değil mi?"
Başını hadi ya der gibi sallayıp burun kıvırdı. Sesindeki alaycı ton dişlerimi gıcırtdatmama sebep oluyorken onu şuracıkta öldürebilirdim. Böylesine ufak tefek bir kızın içinden bir iblis çıkmış gibiydi. "Ben kimsenin malı değilim anladın mı beni! Ben yirmi yıldır bir başıma yaşıyordum ve bir tek lanet vampir bile görmedim. Aşağılık Varyan hayatıma girene kadar!"
Bu sözleri o gün yaşananları getirmişti aklıma. Varyan'ın ateşli öpücüklerine karışılık veren Henna gözümde canlanınca masaya iki elini dayamış Henna'nın önüne ellerimi sertçe vurup tehditkar bir bakış attım. "Hüküm verildi Henna. Artık benimsin. Benim kadınımsın, bana aitsin. Bu fikre alışsan iyi olur!"
Gitmek üzere odadan ayrıldığım sırada hıçkırıklı ağlayan sesi doldurmuştu kulaklarımı. "Ben buraya ait değilim Arsel, sana ait değilim. Okulumu, babamı özledim. Hiç olmazsa telefonumu ver bari, lütfen."
"Ağlayan kadınlardan nefret ederim Henna ve inan bana senden nefret etmemi istemezsin. Artık sus ve uyu." değiştirdiğim odası yeryüzüne daha yakın bir yerde ve ışık alan pencerelere sahipti. Sönmekte olan şömineye bakıp, kapıda beklemekte olan Suntra'ya seslendim. "Bir kaç odun atıp ateşi canlandır Suntra, sönmemesine özen göster."
Ağır ağır çıktığım kapıdan merdivenlere yönelip odama gitmek üzereyken arkamdan gelen Henna'nın kokusunu hissedebiliyordum. Bu kızın vampirler hakkında en ufak bir fikri yoktu buna neredeyse emin olarak birden durduğumda sertçe gelip sırtıma yapıştı. Burnunu çekerek elinin tersiyle sildi gözyaşlarını.
İlk kez bu kadar müsamaha gösterdiğim bir insandı ve buna minnettar kalmak yerine sürekli konuşup mızmızlanarak canımı sıkıyor olmasına tahamül edemiyordum. Üstelik zihnini okuyamamak daha da berbat birşeydi, o açık kahve renkli kafasının içinden neler geçiyordu Tanrı bilir.
Gözyaşlarının hala usul usul süzülmekte olduğu gözlerine masum bir çocuk ifadesi yerleştirip kirpiklerinin altından saf bir bakış attı. Sert kız rolünün bir işe yaramadığını nihayet farkedebilmişti demek. "Arsel.. Sevgili Prensimiz, lütfen bari telefonumu kullanmama izin ver."
Cevap vermek yerine arkamı dönüp yürümeye devam ettiğimde hırlayan sesini duyabiliyordum ve bu beni cezbediyordu. Beslenme odasının önünde sırası gelen bakirelerden biri beklemekteydi yine, kadına verdiğim içeri geç komutuyla harekelenip odaya girdiğinde, odanın önünde oyalanmadan odama doğru yürümeye devam ettim.
"Bana ne yapacaksın! Buraya hapsedip ölene kadar kanımı mı sömüreceksin yani Arsel!"
Sesinin çaresizce çıkan tonu ilk kez kalbimi titretmeye yetmişti. Evet aslında yapacağım şey tam olarak buydu. Ölene kadar onun kanından beslenecektim ve şimdiden sıradan insan kanı onun kanı yanında cazibesini kaybetmişti gözümde. Kimbilir tadı nasıldı. Ağzımı yalayarak nemlendirdikten sonra arkamı döndüm. Yanımda duvara yaslanmış homurdanarak bana bakıyordu.
Onu yaslandığı duvara sıkıştırarak iki elimi duvara dayadım. Hızlanan kalp atışlarını hissedebiliyordum. Yüzümü burunlarımız değecek kadar yaklaştırdığımda küçücük pembe dudakları mahcubiyetle aralanmıştı. Derin kahve gözlerine odakladığımda gözlerimin maviden kırmızıya dönüştüğünü biliyordum. Bu sırada gıcırdayarak açılan kapıdan başını uzatan bakire sabırsızlandığının işareti bir kaç tahrik unsuru kelime söyledikten sonra tekrar içeri girdiğinde Henna'nın gözleri faltaşı gibi açılmış, beyaz teni kırmızıya çalıyordu.
"Onun yerinde olmak ister miydin?" diyerek mırıldandım. "O odada neler yaptığımı bilmek ister miydin?" Başını korkuyla sağa sola sallarken o tatlı kokusu dolduruyordu taş koridoru. Ahh Henna, hiç bir insan senin kadar tatlı kokamazdı.
"B-ben u-uyu-uyumalıyım." kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Nasılda korkmuştu. Ellerimden kurtulup koşar adım uzaklaşmakta olan Henna'ya doğru gür bir sesle söylendim. "Neyseki çocuklarla sevişmiyorum." Henna'nın hayatımda olan kadınlara oranla pek cezbedici bir bedene sahip olduğu söylenemezdi. Ne dolgun kalçaları, ne dolgun göğüsleri nede öpülesi dolgun dudakları vardı. Ama yinede pırıltılı kahve gözlerinin derinliklerinde birşeyler vardı ve en önemlisi onu herkesten ayıran kapalı bir zihni vardı. Ne düşündüğünü bilmediğim ve tam olarak yönlendiremediğim bir zihin bu dünyada benim gibi taş kalpli birini bile peşinden sürükleyebilirdi.
Odama girdiğimde sağ kolum Aeron beni bekliyordu. Adamlarım arasında en çevik ve güçlü olan oydu, tabi en zekide. Bu yüzden genellikle çevremde olmasını tercih ediyordum. "Efendim emriniz olduğu üzere bir eğitmen ayarlayıp, kralında iznini alarak saraya yerleştirdik. Henna'yı götürmek için tüm hazırlıklar tamam."
"Yarın sabahı bekleyeceğiz Aeron." dedim hırıltılı bir sesle. "Kafanızda ne var efendim?"
Oturduğum koltukta başımı geriye atarak iki elimi arkasında bağladım. "Henna'da hissettiğim enerji oldukça yoğun, normal insanların nerdeyse on katı kadar olmalı "
Aeron karanlığa delen parlak bakışlarını gözlerime dikmiş pür dikkar beni dinliyordu. "Zihnini kontrol etmeyi öğrenirse kanına gerek duymadan bizim zihinlerimizide gizleyebilir. Tıpkı.. Bir zırh gibi. Ayrıca Miren onu farketmeden bu eğitimi alması hayati öneme sahip Aeron. Çünkü onu farkettiğinde ilk işi Henna'dan kurtulmak olacaktır!"
Bakışlarımı karanlık kitaplığa diktiğimde içimde bir rahatlama peydah olmuştu. Henna zihnini kontrol etmeyi öğrendiğinde Varyan gibi aşağılıkların onu etkisine alıp yatağına atma gibi bir riskte ortadan kalkmış olacaktı. Henna'nın zihni kapalı olsa bile onu kullanamadığı için bir Kadema onu rahatlıkla etkisi altına alabilir ve istemediği şeyleri bile istiyormuş gibi hissettirebilirdi. Piç kurusu Varyan, kardeşim olduğu güne lanet ediyordum.
İzin alarak Aeron odamdan ayrılıp yalnız kaldığımda düşüncelerim yine Henna'ya kaydı. Onun tatlı kokusu ve insansı sıcaklığı... Bu düşünce zihnimi ele geçiriyordu.
Bir kaç saat sonunda kıyafetlerimi çıkararak yatağa girdim. Saat dörde geliyor olmalıydı. Henna'nın o tatlı kokusu yine doldururken odayı, karıştırmış olmayı düşündüm. Ama bu kokuyu unutmam mümkün değildi. Biraz sonra aralanan kapıdan görünen, ayakuçlarına basarak yürüyen sevimli Henna'ydı. Önce gelip beni kontrol etti, uyuduğuma inanmış olacak ki parmak uçlarına basarak çalışma masama yönelip çekmeceleri karıştırmaya başladı.
Henüz benim hakkımda öğreneceği çok şeyi vardı belli ki. Kilitli çekmeceye geldiğinde bir şeyin yuvarlanarak yere düşüp kırılma sesini duydum. Bir anda arkasında belirdiğimde korkudan dili tutulmuştu zavallının. "Ne arıyorsun burda?" dedim fısıltılı bir sesle. Arkasından dolanıp beline kenetlediğim ellerimden nefes bile zor alır durumdaydı. Burnumu boynuna dayayıp nefis kokusunu çektim içime. Titreyen bedeni beni mest ediyordu.
Cevap yoktu. Telefonunu aradığını biliyordum. Ama onun bilmediği şey insanları rahatlıkla kontrol edebildiğim, uykuya ihtiyaç duymadığım ve onu delice istediğimdi. Ve elbette en sonuncusunu hiç bilemeyecekti. Fısıltılı sesim gür bir tona büründüğünde kollarımın arasında ürperdiğini hissedebiliyordum. "Yarın sabah saraya gidiyorsun tatlı Henna, öylesine toysun ki eğitilmen gerek!"
"İstemiyorum!" dedi zar zor duyulan bir sesle. "Ben eve gitmek istiyorum."
"Gitmezsen" dedim tıslayarak. "Miren seni bulur ve Varyan'a gerek bile duymadan o narin boynunu çıt diye kırarak canını alır! Bunu istemezsin öyle değil mi?"
Umarım yeni bölümü beğenmişsinizdir 😌 arkadaşlar vote verip yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Desteğinize ihtiyacım var. Bundan sonra her pazar yeni bölümler yayınlamayı düşünüyorum. Takipte kalın sevgilerle 💕💕💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUTANT PRENS #wattys2017
VampirosKapak Tasarımı: nursu_cugalir Dünya, vampirlerin ataları olan Kademalar tarafından yönetilmektedir. Saf kan vampir prensler tahta geçmek için rekabet halindeyken Prens Arsel, zihin algıları tamamen kapalı insan Henna'yı farkeder ve içten içe aşık ol...