Bölüm 27 Dünya'nın Durduğu An
İlk adımlarını evin kahyasının karısına atmıştı. Zavallı Dudu Hanım, geçen sene hayatını kaybedene dek dört çocuğundan çekmediği çileyi Berfu'dan çekmişti. Bir deste çocuğa bedeldi o ve küçük ağabeyi Cangiray. O zamanlarda bile orta yaşlarının sonlarını yaşayan kadının annesinden içtiği sütü burnundan fitil fitil getirtmişti. Ama ne yapsındı ki? Koca konakta nazı bir ağabeyi Melik'e bir de zavallı Dudu'ya geçiyordu.
Genç kız, yaşlı kadının bu dünyadan göçüşünü daha dün gibi hatırlıyordu. Aylardan Eylül, günlerden çarşambaydı. Genç kız oldu olası sevmezdi zaten çarşambaları. Cihan Ağa da izini bir çarşamba günü bulup karşısına çıkmıştı. Biricik Dudu annesi de bir çarşamba günü göçüp gitmişti bu dünyadan. Zavallı annesi de bir çarşamba günü ölmüştü, onu dünyaya getirme pahasına.
Onu bu denli geçmişin ağlarına atan kıskıvrak yakalayıp yakıcı zehriyle ıstırap veren de Kusay'ın onu eve bıraktıktan sonra şans eseri karşılaştığı tarih olmuştu. Onun nişanlı olduğunu bildiğini söyleyerek haddini bir şekilde aştığını biliyordu ve bu ister istemez mahcup hissettirmişti. Bir şekilde onun hep bekar olduğunu düşünmenin verdiği his yumağı da vardı ki asıl bocalamasına sebep oydu. Oysa onun gibi bir adamın tek olamayacağı aşikardı. Kişiliği, insanlığı sorgulansa da Kusay Sert çekici ve karizmatik bir adamdı. Tabii Berfu bu gerçekliğin oldukça yumuşatılmış bir versiyonunu kullanmayı tercih ediyordu. Mesela, Kusay Sert dıştan hoş bir adam gibi. Oysa yaptıkları, sebep oldukları ortadaydı. Dışı som altındansa, içi çürük kerestedendi o adamın.
Bugün sevgili Dudu annesinin ilk ölüm yıl dönümüydü. Daha aylar önce günler geceler boyu onun hasta yatağı başında beklediği zamanları anımsıyordu Berfu. Kadının başında nöbet tutarken okuduğu dualar halen dudaklarındaydı. Onun gittikçe soğuyan elleri sanki hala kendi avuçlarındaydı. Ellerinizin altındaki bir canın bir anda çekip gitmesi kolaydı. Asıl zor olan kaybedilenin ardında kalan yaşayanların yaşayacaklarıydı. Sevdiklerinin ardından aldıkları her bir nefes ve o nefesle kavrulan her bir zerreleri.
O günden bu güne ne çok şey değişivermişti öyle!
Nişanlanmıştı. Düğünü yapılmış büyük ihtimalle ona kefen olacak olan gelinliğiyle kendi düğün konvoyundan kaçırılmıştı. Namusu dillere düşmüş ağabeylerinin yüzünü yere eğmişti ve sonunda reddedilmişti. Melik Kadife'nin öfke ve hıncıyla harmanlanan sesinin içindeki üzüntü ve hayal kırıklığı çatlakları aylar sonra bile kalbini titretiyordu. Yeni bir başlangıç umuduyla onu kaçırıp tehditler savuran adamdan – ve de kendi ailesinden – çok uzaklara gitmişti. Yeni bir ülke, yeni bir lisan, yeni insanlar ve bir eğitim fırsatı! Sonuç yine hüsrandı! Dünya'da başka yer yokmuş gibi aynı gece hem Cihan Ağa hem de Kusay karşısına çıkmıştı. Üstelik onun için altın değerindeki fırsatın ayağına kadar geldiği gece! Ha, o geceyle de sınırlı kalmamıştı o sözde 'fırsat'. Günler öncesinde bedeninde geçici, ruhunda ebedi izler bırakarak hayatına şöyle bir uğrayıvermişti.
Annesiz büyüyen kızın dışına ördüğü güçlü kalkanına karşın içi çorak bir tarla gibi ıssızdı.
Alaycıl sözler ediyordu. Tatlı kibrinden ödün vermiyordu. Yaşının sahip olması gereken toyluğu usta bir şekilde kendinden ötede tutuyordu.
Çünkü Berfu Kadife böyle yapardı.
Eski Berfu Kadife böyleydi.
Terapistini kandırıyor olması sağlıklı değildi. Bunu biliyordu ama o adama hiçbir şekilde borçlanmak istemediği için seansına on binler ödenen bu görüşmeleri sonlandırmak istiyordu. Yara onun yarasıydı, cinsel istismara uğrayan oydu, okuduğu kitaplarda ayıla bayıla anlatılan ve her bir satırını pancara dönen yüzüyle okuduğu ilk öpücüğünü sapkın bir ruh hastasına veren de oydu. Hala bakire olsa kaç yazardı! O adamın mide bulandırıcı dokunuşlarını teninde hala hissediyordu. Kabuslarında, sadece daha fazla tepesinde dikilmesin diye Kusay'ın getirdiği yemekleri yerken, bulundukları dairenin sahip olduğu nefes kesici manzaraya bakarken. Sadece bakıyordu, gözleri uzun zamandır tek kaldığında görmüyordu. Ve her kör oluşunda o adamı kendi bedeninde hissediyordu. Bu sağlıklı değildi. Ama yapacağı bir şey de yoktu. Eğer her düştüğünde başkalarının yardımıyla ayağa kalkacak olursa kendine ne gerek olurdu ki? Ne kadar vahim durumda da olsa düştüğü gibi tek başına, kendi çabasıyla kalkmasını da bilmeliydi. Cangiray Kadife ona böyle öğretmişti hem. Her düştüğünde yerden bir parça toprak alarak kalk ki başına gelenlerden ders alıp kendini korumayı öğren, meleğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ISIRIK SERİSİ ||YANLIŞ|| (TAMAMLANDI)
Ficção Adolescente"Yoktu... Beni alıkoyan ve hayatımı cehenneme çeviren adama gösterecek şefkatim, verecek bir kalbim yoktu. Olmayacaktı..." ISIRIK SERİSİ I. KİTABIDIR. BAŞLANIÇ TARİHİ: 15 ARALIK 2016 BİTİŞ TARİHİ: 29 TEMMUZ 2018 _______________ Bir Tör...