GİRİŞ

257 17 9
                                    


Üykül ve arkadaşları eski şehre doğru ilerlerken; diğer sahipler ve krallar da gelen savaş için ordu sevkiyatına başlamışlardı. Bulundukları bölgelerin coğrafi özellikleri dikkate alınacak olduğunda üykül ve arkadaşlarının eski şehre ulaşması daha kısa sürecekti. Zira kendilerine öğretilen yeni teknik olmasa bile eski şehirle aralarında en fazla üç günlük mesafe vardı. Oysa hali hazırda asker sevkiyatı başlamış olsa bile, savaşı yapmayı planladıkları yere kadar gidilmesi gereken yol en az bir aylık bir süreydi. Diğer taraftan kuzey halkları ve Gayrular kuzeyden giriş yaptıkları andan itibaren deyim yerindeyse istila ederek ilerleyeceklerdi ki bunun anlamı da en iyi ihtimalle savaş alanına ulaşmalarının birkaç ay süreceğiydi. Herkesin aklından tüm bunlar geçerken Kahin de kendisine doğru gelen bu savaşı daha eğlenceli bir hale nasıl getireceğini düşünüyordu. Tek fark onun denkleminde kuzey halkları ve Gayruların olmaması ve Qin’lerin kendi tarafında olmasıydı.
Çocukları kendisine ulaştığı andan itibaren hem şaşkınlık hem mutluluk hem de heyecan duymuştu Gayru Hanı Ayrig Han. Önündeki haritaya tekrar bakarak çocuklarından gelen son bilgileri tekrar dinlemeye başlamıştı. Gayru’lar için enerji diğer ülkelerde olduğu gibi salt manada bir statü göstergesi olmaktan uzaktı. Zira Gayru hanlığı devlet sistemini diğer devletlere nispeten çok daha uzun bir süre önce oturtmuştu ve deyim yerindeyse torunlarını eğlenerek izleyen bir dede gibiydi. Apki, Ganaf, Nubdu, Nira: Gayruya göre daha yeni yetme devletlerdi. Onların içinde bulundukları güç sarhoşluğu Gayruluların çok uzun zaman önce yaşadıkları zararlarını gördükleri ve vaz geçtikleri bir şeydi. Burada asıl önemli olan şey bilgiydi. Bundan daha önemli olan şeyse bildiklerini kimsenin bilmemesiydi.
İşte bu yüzdendir ki bundan daha elli yıl önce yedi hanedanlıktan oluşan Qin hanedanlığının tek çatı altında toplanmasını engellemek için yedi ailenin son prenslerini kaçırmış, onlara Qin sınırları içerisinde elli yıl boyunca saklamış, beslemiş ve güçlendirmişti. Qin hanedanı ise bu gölgelerdeki prenslerin çokton yitip gittiğini sanıyordu. Zira onların cesetlerini bile kendi gözleri ile görmüştü. Tabi gördüğü şeylerin henüz yalan olduğunun farkında değildi. Zira oğlunun da diğer krallara dediği gibi Gayrulular bu işlerde gerçekten çok eskiydi. Qin hanedanlık sarayından Nira imparatorluk sarayına hatta ve hatta en batıdaki Orma sarayına kadar her yerde casusları vardı. Şimdi ise yapacakları tek şey Qin’lilerin bu savaşa dahil olmayacaklarından emin olmaktı. Qin hanedanlığı yüz yıl öncesine geri götürülecekti deyim yerindeyse: yedi hanedan ailesinin altısı birisine karşı savaşacaktı; bir aile –ki şu anda onların hükmü sürüyordu, altı farklı cephede savaşmak zorunda kalacaktı…
Ancak bu savaşları çok dikkatli bir şekilde çıkartmaları gerekiyordu zira zaman doğru ayarlanmazsa şayet her şey sarpa sarabilirdi. Herşey bir tarafa,Qinliler bir hainlik yaparak Gayru topraklarına bile göz dikebilirlerdi. Yüzünde yılların tecrübesinin yarattığı bilge ifadesi halkına ve ailesine karşı müşfik ifadesiyle Ayrig Han önce kızı Aibhalah’a sonrasında ise oğlu Ouegheday’a bakmıştı. İkisi de haşarı çocuklar olsa da sorumluluklarının bilincindeydiler ama bilincinde oldukları sorumlulukları hiçbir zaman haşarı olmalarının önüne geçmemişti: Ayrig Han, onları sınır teftişine gönderse onlar sefer yaparlardı; Qin hanedanlığına sınırlarını dar ederlerdi ama bu yaptıkları bambaşka bir şeydi. Ayrig Han her ne kadar çocuklarının enerjisini artık anlayamıyor olsa da irfanıyla biliyordu ki yine bir haşarılık yapmışlardı ve sonuç olarak artık eskisinden daha güçlülerdi. Oysa yapmaları gereken tek şey Kral Rebid’e savaş planlarını anlatmaktı. Savaş planı anlatırken bir insan nasıl olup da güçlenerek geri dönebilirdi ki…
“anlatın bakalım neler yaptınız Nubdu da?”
“öncelikle sizlere Kral Rebid başta olmak üzere diğer kralların saygı ve selam –“
“ondan bahsetmiyor Aibhalah, neden gittiğimizden daha güçlü bir şekilde döndüğümüzü merak ediyor. Sence babamızın orada casusları yok mudur?”
“cidden öyle – iyi ama o zaman nasıl güçlendiğimizi neden –“
“çünkü odadaki herkes çıkartılmıştı Aibhalah hatırlıyor musun? Neyse, Hân’ım, efendi Üykül bizim bildiklerimizden çok daha kudretli dostlar edinmiş ki kendilerine Sahip derler ve –“
“ukdemalar mı? Onlar bu topraklardan gitmemişler miydi?”
“kendilerine ukdema derler – evet efendim ukdema, ve kendi aralarında bir yetki sıralaması vardır: en güçlüleri Sahiplerin sahibi, sahip Theshup ve onun arkadaşları diğer sahipler –“
“burada araya girmem gerek Hân’ım öğrendiğimiz kadarıyla sahip olmak ukdema olmakla ilgili degil zira efendi Üykül’ün üç yakın arkadaşı sahiplerin sahibi seviyesine çıkmış bile –“
“evet bu daha çok enerji kullanma, anlama ve ona sahip olmakla alakalı bir şey Hân’ım –“
“tamam devam et”
“bunlardan sonra bilgeler geliyor ki bilgeler sahiplerin öğrencisi olsa da sahiplerin danışmanları gibiler. Sahiplere yapmaları gerekenleri söyleyebiliyorlar. Sırf bu yüzden de sahipler bir dönem kendi kabuklarına çekilmiş.”
“sebep ne?”
“bilgeler, insanların yozlaştığını ve enerji seviyelerinin daha fazla –“
“yani yüz seviyesini geçerek bilge seviyesine çıkmaları durumunda –“
“insanların daha fazla tahribat ve acıya sebep olacaklarını fark ederek insanlardan yükselebileceklerini gizlemişler.”
“iyi de bilgeleri biliyorduk –“
“biliyor muyduk Hân’ım?”
“tabi ki Aibhalah, o başka mevzu sonra anlatırım ama neden sahiplerin gizlenmesi gerektiğine hükmetmişler?”
“sahipler enerjiyi bilgelerden daha iyi anlıyorlar, burada ‘sahip’ kelimesi onların gerçek anlamda enerjiye sahip olmasına atıfla verilmiş bir isim.”
“ve doğal olarak enerjiyi anlamayı ve onları bilge veya sahip seviyesine çıkartabilmeyi de başarabiliyorlar”
“tabi bizleri bilgelerden bir tanesi bu seviyeye çıkarttı ve bunu başarabilmesi aslında tamamen bizim buna yeteneğimizin olmasıydı –“
“Aibhalah’nın demek istediği şu: sahipler eğiterek veya öğreterek sıfırdan birini yetiştirmeye başlayarak ona sahip seviyesine kadar rehberlik edebilirler ancak bir bilge bir kimseyi bilge veya sahip yapmak isterse o kişide enerji ve yeteneğin olması gerekir. Bizler yüz seviyesine yakın olduğumuz için Bilge Ulyatau bizi bilgelik seviyesinde gayet ileri bir noktaya taşıyabildi.”
“tabi Hân’ım unutmamak gerekir ki bu tamamen deneysel bir yöntemdi: başarılı olamayabilirdi, Ouegheday bunu atlama… sizin tanıdığınız sahip kim peki Hân’ım”
Ayrig Hân henüz bu bilgiyi çocuklarıyla paylaşmak istemiyordu ama Nubdu’daki Renca bilgelerden bir tanesiydi ve Üykül hakkında bilgilendirmeyi de ilk kez ondan almıştı. Üykül’ün savaş planlarına, tavsiyelerine dikkat etmelerini söyleyen de Renca olmuştu. Yoksa, Ayrig Hân sırf Nubdu’nun ikinci prensi diye kendisini bir hengamenin ortasına atacak kadar kocamış bir aptal değildi.
“peki bu Üykül’le tanıştınız mı?”
“daha önce tanıştığımızdan bahsetmiştik Hân’ım: Nira imparatorluğunun kuzey sınırlarında çıktığı bir keşif gezisinde olduğunu söylemişti. Rumzer beyi olarak tanıtmıştı kendisini –“
“siz ne yapıyordunuz orada?”
“kuzey halklarının davetine katılmıştık hatırlarsanız Hân’ım”
“doğru dedin Ouegheday, ee sonra –“
“merak ettiğiniz şey Üykül’ün gücüyse, sahiplerin sahibi olan dört beş kişiyle çok rahat bir şekilde mücadele edebilecek kadar güçlü. Sahip Theshup bile –ki ilk kez sahip ve sahiplerin sahibi olan en yaşlı ve en ârif sahipmiş- onun gücünü anlamaktan aciz.”
“ama görevi bu savaşta bize destek olmak degil.”
“onun görevi ejderhalarla savaşabilmek adına antrları bulmak –“
“antrlar mı dedin Aibhalah?”
“evet efendim antr –“
“ne olduklarını biliyorum –masallardan- var mıymış öyle bir şey?”
“ejderhalara şaşırmanızı beklerdik Hân’ım?”
“bu sizinle paylaşmadığım bir bilgiydi Ouegheday: sadece ejderhalar degil, devler, ifritler, cadılar en basit düşmanlarımız olacak. Bunlar sadece şu ana kadar gördüklerimiz… daha nelerle karşılaşacağımızı kimse bilemez…” çocuklarının gözünde şaşkınlık ifadesi görülse de henüz bu mahlukların görülmeleri çok fazla olmadığı için kimsenin bilgisinin olmaması normaldi. Ejderhaları görenler olmuştu sadece, gördüklerinin ne olduğunu bilmeyen insanların anlattıkları vardı. Ne çıktıkları yerle alakalı net bir bilgi vardı; ne ne zaman çıktıkları ile alakalı ne de ne sıklıkla çıktıkları hakkında. Çocuklarına çekilmelerini söyledikten sonra danışmanı Utkluk’u çağırdı ve konuları bir de onunla görüşmeye karar verdi. Kral Rebid’in elinde bir druid olabilirdi ama onun danışmanı bir bilgeydi, enerji olarak bilge seviyesinde olmayan bir bilge…
-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*
Nultas yeni katıldığı gruba hiç alışamamıştı ve bunun sebebi saraydaki hayatı boyunca kendisinin el üstünde tutulmuş; şımartılmış birisi olması kesinlikle değildi. Hayır, onun şaşkınlığının tek sebebi gruptaki herkesin bir birinden bağımsız görünmesiydi: bir amaç etrafında toplanmış ama bir birlerinden mutlak surette bağımsız insanlardı bunlar. Üykül’ü az çok tanımaya başlamıştı: o Nubdu’nun ikinci prensiydi ve bu konu konuşulurken anlamadığı bir şaka dönmüştü. Ne olduğunu sorduğunda ise Üykül kelimesinin tüm anlamlarını Nubdu ikinci prensinin bizzat yaşıyor olmasıydı: Üykül demek diye başlayan bir dizi cümle. Ama Üykül, bir prens olmasına rağmen kendisine yapılan bu şakaları gayet sakin bir şekilde karşılıyordu. Ritka, prensine; hayatını onu korumaya adadığı kişiye ismiyle hitap edebiliyordu; Niran, Üykül’ün damarına basmaktan geri durmuyordu; Ennab ise genellikle prens diyerek hitap etse de onun kararlarının karşısında gerektiği durumlarda dimdik durabiliyordu. Üykül onların prensi miydi yoksa her hangi biri miydi belirsizdi. Diğer taraftan bariz bir konu daha vardı: Niran’ın Üykül’e; Ennab’ın ise Ritka’ya deliler gibi aşık olmasına rağmen herkesin duygularını görmezden gelmesiydi. Bu konuyu bir defa cesaret edip de Ennab’a sorabilmişti ve aldığı cevap kesin ve netti: bu kadar karmaşanın içerisinde duygusallık sadece zarar verirdi.
Diğer taraftansa kendisi yaklaşan karmaşada bin bir türlü garabetle karşılaşacak olmalarına rağmen anlamadığı; herkesin kilitlendiği iki nokta vardı, birincisi: ejderhaları yenemeyecekleri için antrlara ihtiyaç duyulması; ikincisi: diğer yaratıklarla toplu bir şekilde savaşılması gerekliliği. Bu konuyu Üykül’e sormak istemişti ama onu hala kendi içinde affedememiş olduğunu fark ederek yola çıktıklarından beri takındığı tutuma devam etmişti: görmezden gelmek. Buna rağmen, Ritka bir yemek esnasında Nultas’ın yanına gelerek birçok şeyi ona anlatmaya başlamıştı,
“dediğim gibi önümüzde belirsizliklerden oluşan bir yol var. Bu belirsizlikler sadece görevimizle alakalı da degil: mesela sen bir sahipsin Theshup; Ennab; İklebe; Niran sahiplerin sahibi ama ben sahiplikten öte bir yerdeymişim. Diğer taraftan Üykül var: bildiğin gibi beş sahiple nefes alış verişi değişmeden savaşabilir o kadar güçlü olmasına rağmen kendisi bile gücünün seviyesini veya kaynağını bilmiyor –“
“ancak bizimkilerin kaynağı belli –“
“aslına bakarsan hepimiz gücümüzü doğadan alıyoruz ve bunu bizlere antrlar bahşetmişler. Nasılını biz de bilmiyoruz. Demek istediğim o değil, bir anlayışa bağlı olarak enerjinin sahibi yani sahip olabiliyoruz. Bu da bize enerjiyi diğer herkesten daha kolay ve güçlü bir şekilde kullanmamıza olanak veriyor. Çünkü enerji artık sende emanet değil. Ama Üykül, sahip değil: doğduğundan beri bu güçlere sahipmiş zaten… her neyse, bir de geçmişle alakalı belirsizlikler var ve bu geçmiş bizim geleceğimizi etkiliyor.”
“anladığımı sanmıyorum”
“şöyle ki, antrlar, ejderhaları ve diğer o mahlukları bir sebepten bizim dünyamızdan sürmüşler. Ve geri döndüklerinde öğrendiğimiz bir tek şey oldu: ejderhaların güçlenmek için beslendikleri –“
“herkes; herşey güçlenmek için beslenmez mi?”
“ejderhalar efsundan veya büyüden etkilenmiyorlar; derilerine en güçlü silahlar bile etki etmiyor; alevlerini söndürmek gibi bir ihtimal söz konusu degil. Daha neden daha güçlü olmak niyetindeler ki?”
“siz de bunlarıııı –“
“Üykül iki defa ejderhalarla kapıştı birincisinde güç bela kurtuldu; ikincisinde ölümden döndü. İlk kapışmasını yaparken ejderhadan öğrendi. Daha doğrusu ejderha Üykül’ü dikkate değer bir mahluk olarak görmediği için konuşurken ve savaşırken tedbirsiz davrandı…” buna rağmen Üykül’ün güç bela kurtulmuş olduğu gerçeği bozkırın ayazından daha şiddetli titretmişti Nultas’ı. Altında dinlendikleri kadim ağacın dalları kendisini boğacakmış gibi hissetti birden ve dikkati dağıldı. Bu esnada Üykül’ün ateş başında elindeki deftere bir şeyler yazdığını görmüştü. Daha çok düşünür gibi bir hali vardı ve düşünürken baktığı tek yer Niran’dı.
“dinliyorsan devam edeyim, ne dersin?”
“özür dilerim efendi Ritka, lütfen devam edin”
“işte bu savaştan yani ejderhalara karşı girdiğimiz savaştan bizi kurtaracak tek güç antrlar ve bu yüzden antrları bulmamız önemli. –“
“iyi de tutarsızlık var: ejderhalar bir cephe; diğer mahluklar ikinci cephe; Nira üçüncü cephe. En güçlüsü ejderhalar ama siz en büyük sorunun peşinden koşuyor –“
“her şey sırayla Nultas: ilk önce ejderhaların varlığını tesadüfen fark ettik. Bu sırada diğer mahluklar yoktu ve Niraya karşı açılacak olan cephe uzun soluklu bir süreçti. Nira savaşı girmek istenmeyen bir savaştı, bu yüzden de diplomatik yollardan ilerliyorlardı –krallar yani- ve aslına bakarsan taktikler o kadar sağlamdı ki Nira savaşa girdiğini anlamadan diz çökecekti. Sonra biz sahiplerle tanıştık ve onlardan aldığımız bilgilere göre düzenlemelere gidildi. –“
“iyi de qin hanedanı –“
“qin hanedanı şimdiye karışmaya başlamıştır: orada iç savaş çıkarttılar ve hiçbir destek görmeyecektiniz –“
“bizim kontrolsüz güçlenme –“
“gayrular ve kuzey halkları bizim yanımızdaydı –“
“apki ve ganaf?”
“onlar sadece sizin bildiklerinizdi: Nira her tarafından kuşatıl –“
“sadece dışardan değil Ritka, en son aldığımız bilgilere göre askerlerinizin bile ihanetini görecekt –“
“yok artık”
“teşekkürler Ennab, ben onu unutmuşum. Kısaca Nultas, çok sağlam punduna getirilmiştiniz. Ve şu anda meydana taşınacak bir savaş olsa bile –“
“olacak zaten zira artık Nira tahtında bilmediğimiz bir güç var Ritka –“
“taşınacak bir savaş olsa bile Ennab, bunu en az zayiatla kapatmanın yoluna gidiliyor. Bu yüzden de sahipler ve bilgeler bu savaşlarda bizlere katılacak. Zira en son karşılaştığımız dev gerçekten insanları zorlayacak türdendi. Diğer mahlukları tahmin bile edemiyorum. Yani demek istediğim şu Nultas, nihai savaşa hazırlık için yola çıktık biz: ejderhalarla olan savaş yani…” Nultas şimdi mevzuyu daha iyi anlamıştı: Nira bir kumpasın içine çekilmişti bile ve bu kargaşa ortamında Nira küçük bir sorun olarak görünüyordu cidden de. Ritka bilgelerin bir kısmının bir araya gelerek diğer mahluklar hakkında bilgi topladıklarını ve yakın zamanda savaşa katılacak herkese ileteceklerini de anlatmıştı. Nira savaşından kurtulan herkes diğer yaratıklara karşı savaşmak üzere tekrar cepheye gidecekti. Ama belirsiz olan bir durum vardı ki o da kesinlikle bu savaşların nerede olacağıydı,
“bence Apsyny’da olacak zira başımıza tüm bu dertleri açanlar Antrlar ve orası da antrların toprakları.” Düşününce Ennab’a hak vermişti Nultas ama bu gayet gereksiz bir şeydi zira Ennab Ebrid kartalının kut’una mazhar olmuş birisiydi… daha sonra konular bir birini açmış ve dönmüş dolaşmış yine Üykül’e gelmişti. Ritka, Üykül’le nasıl tanıştıklarını anlattığında yüzünde ekşi bir ifade oluşmuştu ancak Ennab daha çok heyecanlanmış gibi görünmüştü. Bunun sebebini de çok geçmeden anlamıştı Nultas: Üykül ilk tanıştıklarında Ritka’nın bütün yol arkadaşlarını gözünü bile kırpmadan öldürmüştü; Ennab ise onunla arenada tanışmıştı. Niran yanlarında olmasa bile – Üykül’ün yanına oturmuş sohbet ediyordu ikisi- Ritka onunla nasıl tanıştıklarını da anlatmıştı: Üykül’ün sıradan olmadığını anlayan ilk insan Niran’dı…
“peki, ikisi de bir birine –“
“Üykül’ü anlaman gerek Nultas ilk önce. Karşında gördüğün genç bir prens –“
“bütün payelerinden azad –“
“edilmedi Nultas: buraya gelirken prens olarak yollandı. Bir prens ama babası ölür de tahta çıkarsa ülkesinin ve halkının iyiliği için öldürülmesi gereken bir prens. “
“aptal kurallar –“
“sonuç olarak kurallar Nultas. En kötü düzen en iyi kargaşadan iyidir degil mi? Neyse, diğer taraftan bahsettigimiz insan, ömründe bir kez gerçek anlamda uyumuş –“
“Ezzkab’ın evinde –gülümsemişti Nultas- turnuva sırasında…”
“en basit insani gereksinim olarak var olan uyku adam için hayatı boyunca bilmediği anlamadığı bir şey. Diğer taraftan her ne kadar annesi babası abisi her neyse onu sevmiş olsalar bile bu duyguları ne kadar yaşadığı önemli olan. –“
“sadece o degil be Ritka, düşünsene adam nerden bakılsa iki yaşından beri güçlerinden haberdar ama etrafındaki kimse bunu ne anlayabiliyor ne de ona yol gösterebiliyor. Bu aynı şekilde onun duyguları için de geçerli zira adam bilinen herkesten güçlü olmasına rağmen insanlar onu dışlamışlar ve kendi başına bir hayat sürmek mecburiyetinde bırakmışlar –“
“şu anda Niran ona kur yapıyor mesela ama Üykül bunun farkında de –“
“hayır Ritka farkında ama nasıl tepki vereceğini bilemiyor veya vereceği tepkilerin sonuçlarını bilemiyor…” onlar kendi aralarında tartışmaya dalmışlarken beyninde şimşek çakar gibi bir ses duymuştu Nultas,
“aslına bakarsan duygularımda var; anlıyorum da ama en iyi senin anlayacağın gibi: sorumluluklarım var. Koca bir ülke ve halkım. Bir de bunca karmaşanın içerisinde aşk meşkle mi uğraşacağım. Hele ki aşkın insanları tamamen tutarsız ve mantıksız tercihler yapmaya zorladığını bile bile...” Bu durumu Nultas’tan daha iyi anlayabilen elbette olamazdı: güvenen insanlara karşı olan sorumluluklar her zaman kişinin kendisiyle alakalı şeylerden daha önemliydi. Zira o kral olmak için; halkını tehlikelerden korumak için yetiştiriliyordu…
“hadi gençler yekten gidelim artık. Adı eski olup da kendisi yeni olan şu heybetli şehrin duvarlarının arkasında ne var bi de biz görelim.” Bu sözleri duyunca Nultas ister istemez irkilmişti zira yaklaşık bir saatten beri görmezden geldiği; görmemek için arkasını dönüp oturduğu; içinde olanları hatırlamak istemediği eski şehire girmemek için onları yemek yemeye zorlayan o olmuştu.
“burada bir çocuk var –“
“o bendim Nultas, sonra da İklebe kullandı bunu: Issla’dan başka karşımıza kimse çıkmayacak meraklanma.”
*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*
Üykül yüzünü eski şehre çevirdiğinde burayı güncelerine çizdiği için bir kez daha mutlu olmuştu. Şu anda da bu kadar dikkatli bakmasının tek sebebi içine girmeden önce bütün hatlarıyla şehri aklına kazımak istemesiydi. Uzun zamandan sonra ilk kez kendisini seyyah olarak düşünmüş ve güncelerine eski şehrin hem detaylı bir resmini çizmişti hem de uzun uzadıya anlatmıştı. Nasıl anlatmasındı ki, Nultas bunu görememiş olsa da eski şehir aslında boydan boya yekpare mermerden oluşan surlarla çevriliydi. Üykül’ün bunu görebilmesi için enerji kullanması gerekmiş olsa da bundan hayıflanacak değildi. Zira nerden bakılsa elli metre yükseklikteki surlar –yekpare olması bir tarafa- ilmek ilmek dokunmuştu alenen. Kapısının kemerine işlenmiş oymalardan surların tepesindeki motiflere kadar her şey el emeği göz nuruydu. Tabi Nultas’ın da dediği gibi bu şehrin eski olduğuna dair her hangi bir işaret yoktu.
Geniş kapıya doğru, Üykül nedeninden emin olamasa da, yürümeye başlamışlardı. Belki de bunun tek sebebi Nultas’ın bahsettiği Issla’nın veya şehrin kendisinin tekinsiz olmasıydı. Ya da tamamıyla şehrin mimari güzelliğine kapılmış ve uzun uzadıya seyretmek istemesinden kaynaklanmıştı. Üykül bir taraftan rahatsızlık, gerilim, korku karışımı hislerini bastırmaya çalışırken diğer taraftan da aidiyet hissinin büyüsüne kapılmıştı: sanki yıllardır buraya aitti. Büyülenmiş gözlerle şehir kapısına elini attığı zaman göz ucuyla Ritka ve Niran’ın kılıçlarını çekmiş olduklarını gördüğünde üzüldüğünü hissetmişti. Onlara hak vermiyor değildi ama şehre haksızlık ettiklerini düşünüyorlardı. Üykül’ün hissettiklerini hissetmedikleri aşikardı ve bunun için onları kesinlikle suçlayamazdı.
Şehrin içerisine girdiğinde ise yüreğine bir hüzün çöreklenmişti, nasıl olduğunu bilmiyor olsa da sanki burada yaşayan insanların şen şakrak kahkahalarını duyar gibiydi; bir zamanlar şehirde yaşanana o canlılığı hissedebiliyordu. Sanki o canlılık şehrin kendisine sinmişti.
“işte şu ev, biz oradaydı – daha doğrusu kendime geldiğimde o evdeydim ve başımda da Issla denen –“ Üykül göremediği hayaletlerin şen şakrak hayatlarından kendisini kurtarıp Nultas’ın baktığı tarafa bakışlarını çevirdiğinde evin başlığı yüzünü gizleyen, siyah elbisesi altın işlemelerle süslenmiş; beyaz parçalarla desenlenmiş bir adamla karşılaşmıştı. İşin ilginç tarafı adamın kanatlarının olmasıydı,
“Nultas senin de gördüğün bu muydu?”
“yani sanırım – ya da değildi – kanatları olmadığından eminim sadece.” Üykül adamın görünüşüyle çok fazla ilgilenmek istemediğinden Ritka’ya kurt bakışını kullanmasını söyledi ve hepsinin de Ritka’nın gözünden bakmasını istedi. Adam cidden tekinsiz bir görüntü arz ediyordu ama Üykül nedense adamın tehlikeli olduğunu hissetmiyordu.
“ilk kez böyle bir enerji görüyorum Üykül –“ adam durduğu yerden hafiften hareketlenmeye başlamıştı ve bu yüzden de gençler iyice gerilmişlerdi,
“Issla sen misin?”
“ehh isimlerinden bir tanesi budur evet – geri gelmişsiniz hanım efendi hem de güçlenerek tebrikler..” adam durmamış ve yürümeye devam etmişti. Aralarındaki mesafe otuz metreden geriye doğru geliyordu. Üykül bu esnada bir şey fark etmişti: adamın ya görüntüsü değişiyordu ya da farklı bir şeyler oluyordu. Zira artık Üykül bu adamın göründüğü gibi olmadığını düşünmeye başlamıştı. Nultas’ın bahsettigi ve askerlerin delirmesine sebep olan büyünün yayılmaya başladığını düşünmeye başlamıştı ama hisleri bunun olmadığını söylüyordu. Bu da Üykül’ün daha fazla gerilmesine sebep oluyordu.  Adamın üzerinde sanki bugün alınmış gibi duran elbisenin renkleri çoktan solmaya başlamıştı zira; artık altın işlemeler ve beyaz desenler gitmişti; kanatlar hiç görünmüyordu. Aralarındaki mesafe on metreye düştüğünde adam olduğu yerde durmuştu çünkü o da ne olduğunu az çok fark etmiş gibiydi,
“bir tane sahip; iki tane sahiplerin sahibi; bir tane elçi, bir de ne olduğu belirsiz birisi… Apsyny girişine hoş geldiniz…” adamın büyüsü her neyse artık bozulmuş gibiydi, üzerindeki o masum kıyafet tamamen gitmişti; yüzü görünüyordu ama kafatasından başka bir şey yoktu; bir mezar taşının üzerine oturmuştu şu anda ve elinde garip bir tırpan tutuyordu, kıyafetinden de yer yer kafatasları görünüyordu,
“tamam şimdi, birincisi elçi nedir –“
“burada soru sorma hakkına sahip değilsiniz; tek soru var devam etmek istiyor musunuz? Eğer beni yenebilirseniz devam etme hakkınız olacak ama –“ Üykül’ün canı adama sıkılmışıtı: kızmamıştı yadırgamamıştı ama sadece canı sıkılmıştı, bu yüzden de kadim hız tekniği kullanarak aradaki on metrelik mesafeyi ne Issla’nın ne de diğerlerinin algılayamayacağı bir hızda almıştı ve adamın gırtlağına yapışmıştı,
“elçi nedir?” aslında bunu yapması gayet mantıksızdı zira kafası gibi bedeninin geri kalanı da iskeletten olan bir varlığın gırtlağını sıkmak her hangi bir işe yaramazdı, Üykül’ün aklındaki tek şey şu anda adama gücünü göstermekti,
“benden güçlü olduğunuzu bildiğim halde size meydan okudum efendim, yani beni tehdit etmeniz zaten yersiz –“
“senden güçlü olduğunu nerden biliyorsun?” dedi Niran,
“büyümü bozan birisi vardı, yoksa beni asıl suretimde göremezdiniz; geldiğini bile görmeden boğazıma yapışan kişiden başkası olamazdı bunu başaran kişi –“
“neyin nesisin sen –“
“düello yapmadan size geçiş hakkı veremem; sorularınızı zaten istersem cevaplarım ama şu kadarını söyleyeyim: dışarıdakilerin içeri girmesini, içeridekilerin dışarı çıkmasını engellemek üzere bırakılan –“
“köpek’sin – dedi Üykül ve biraz durdu- kadim dilde Issla köpek demek degil mi?”
“aslına bakarsanız köpeğim demek –yani benim köpeğim demek; Sla köpek ve Is da benim demek. Şimdi rica etsem bırakır mısınız? Fark ettiğiniz gibi bir soluk borusu falan yok bende, zarar vermiyorsunuz yani.”
“ama senden güçlü olduğunu da biliyorsun” diyerek cevap vermişti Ennab,
“e neden o zaman düello istiyorsun” diyerek şaşkın bir ifadeyle sormuştu Ritka,
“çünkü benim görevim bu: en azından beni yenebilecek kadar güçlüyseniz, kapıdan sonraki tehlikelerle yüzleşebilirsiniz demektir –“
“kapıdan sonraki tehli –“
“dediğim gibi hanım efendi: içeridekilerin dışarı çıkmaması için buradayım be –“
“ve eğer içerideki herşeyi –“
“düello yapalım mı artık?” üykül, bu konuşmaların iyiden iyiye zaman kaybı olduğunu düşünmeye başlamıştı ve Issla’nın duyacağı bir tonda kabul diyerek adamı kafasının üzerinden Ritka’ya doğru fırlattı. Ritka da bu fırsatı iyi değerlendirmişti ve Üykül’den güç bela öğrendiği demir yumruk tekniği ile kırk elli santim önüne düşecek olan adama gücünün bir kısmıyla vurmuştu. Üykül, Ritka’nın yapmak istediği şeyin adamı Niran’a göndermek olduğunu fark etmiş olsa da Issla’nın kassız yapısı yumruğu yediği anda kendi ekseni etrafında dönerek Ennab’a doğru fırlamıştı. Her ne kadar sahiplerin arasında üçer metrelik bir mesafe olsa da Ritka’nın yumruğunun etkili olması Issla’nın görünmesini gayet zorlaştırıyordu. Yine de Ennab, mumakhil tekmesi kullanmak için yeterli zamanı bulmuştu. Sol ayağından destek alarak sağ ayağını Issla’nın tepesine kadar kaldırmıştı doğru zaman geldiğinde Issla’nın kafasına topuğu ile sağlam bir tekme attı. Ritka’nın yumruğu Issla ile buluştuğunda ortamda bariz bir basınç değişimi olmuştu ama Ennab tekme attığında bu basınç değişimi vurma noktası ile sabit kalmamıştı ve Issla’nın bedeni yere çarptığında iki buçuk metre genişliğinde en az bir adam boyunda bir çukur oluşturmuştu.
Issla’nın bedeni darbe etkisini emen kas dokusundan mahrum olduğu için, muhtemelen yerdeki daha sert bir noktaya çarptığından, gerisin geri yükselmişti. Son hamleyi de Niran bir işaretle Nultas’a bırakmıştı: Nultas da kılıcını çekerek piyadenin kini saldırısını yapmıştı. Üykül sadece Nultas’ın bu saldırıyı neden kılıcın keskin tarafıyla degil de yanağı ile yaptığını anlamamıştı ama saldırı gayet etkiliydi. Kılıç adamın gövdesine çarptığı anda öyle bir hızla fırlamıştı ki gittiği güzergâhta alenen fırtına çıkmıştı.
“sahipler bu kadar güçlü müydü be…” Üykül hala adamdan veya bu yaratık her neyse ondan bir cevap bekliyordu bu yüzden de ağır adımlarla yanına yürümeye başlamıştı, Issla Üykül’den uzaklaştığında şekli ilk haline geri dönüyordu; yaklaştığında ise iskelet hali ortaya çıkıyordu: bu Üykül’ün bile garibine gitmişti,
“evet cevap bekliyorum –“
“hepimiz bekliyoruz Prens Üykül”
Adam sanki hiçbir şey olmamış gibi usulca yerinden kalkarak gruptaki herkese tek tek bakmıştı ve sonrasında anlatmaya başlamıştı:
“Ben Issla, o kadar uzun zamandan beri bu ismi kullanıyorum ki gerçek adımın ne olduğunu ben bile hatırlamıyorum artık. Neyse, binlerce yıl öncesinde bir düğün esnasında bir adama saygısızlık ettim ve ne yazık ki saygısızlık ettiğim kişi bir antr’dı. O da bana bir lanet yaparak Issla adını verdi ve Apsyny muhafızı olarak Apsyny-ashı’ya sürüldüm. İlk etapta görevim basitti sınır kontrolü sağlamak. Ancak sonradan öğrendim ki durum aslında bundan ibaret değilmiş. Antrlar uzunca bir süredir insanların refahını sağlamak adına bir savaş içerisindelermiş. Bu savaş neticesinde kendi ülkelerini yani Apsyny’ı dev bir hapishaneye cevirmişler: sonuç olarak içerisi sizin karşılaşmak istemeyeceğiniz bir çok mahluka ev sahipliği yapıyor, bu yüzden de insanların Apsyny’a geçişlerine engel oluyorum –“
“peki bu mahlukların arasında ejderhalar da var mı?”
“emin olun hiçbir fikrim yok elçi bey”
“peki bu elçi teranesi neyin nesi ve benim gücümü bildiğin halde ne olduğumu neden bilmiyorsun?”
“insanlar ne zaman bu kadar cahil kaldılar anlamıyorum, ancak durum şu sahipler nihai bir seviye değildir: onun bir üst alemi elçi alemidir. Bildiğiniz gibi bu güçleri insanlar bahşedenler Antrlar. İnsanlarla antrlar arasında köprü görevi görenler de elçiler. –“
“nasıl yani köprü?”
“birine güç bahşedilmesini istiyorsunuz mesela hiç gücü olmayan birisine: elçi bir antrdan bunu yapmasını isteyebilir; o kişiyi veya canlıyı antr’ın huzuruna çıkartabilir. Veya inşaların dara düştüğü bir durumda insanlara yardım etmeleri için antrlar karşısında insanları temsil edebilir –“
“ve Ritka bir elçi mi peki sebebi ne?”
“genel olarak bilinen bir şey değil, sadece benim tahminim şu: Antrlar için gücün, cesaretin, bilgeliğin sadakatin ve saire, önemi çok büyüktür ve gelişme yolunda bu nitelikler için gözünü karartabilenler elçi olabilirler –“
“tabi bu tamamen senin şahsi kanaatin”
“evet efendim –“
“tamam peki bunun –“
“sizlere her hangi bir katkısı olur mu bilemem efendim ama olduğu şüphesiz: sahibeler beni gayet zorladı ama Elçi nerdeyse öldürüyordu. Bir Antr değilim ama antrla karşılaşabilecek kadar cesurum ve –“
“saygısızlığın buydu sanırım ve antr da seni bir güzel patakladı, bir Elçini bir antr kadar güçlü olamayacağı aşikar – Ennab sanırım sorman gereken bir yol var.”
“evet Ebrid kartalının yuvası neresi?” Üykül adamın cevap vermekte tereddüt ettiğini düşünmüştü bunun sebebini sormak istiyordu ama aklına başka bir şey gelmişti,
“ondan önce: içerideki mahluklar dışarı nasıl çıktılar?”
“içeriden çıkan olmadı efendim: eğer dünyanızda daha önce karşılaşmadığınız bir şeyle karşılaştıysanız bu içeridekiler değildir, onların tohumudur; kuzenidir kardeşidir. Yani sizin dünyanızda daha önceden yaşamış olanlardır. Antrlar buraya deyim yerindeyse elebaşlarını hapsettiler ve geri kalanları bir başka yerde gizlediler.”
“derken?”
“daha doğrusu insanlarla onları aynı dünyada farklı boyutlarda yaşamaya mecbur ettiler. Eğer gelen giden varsa sizin diyarınıza, bunun anlamı boyut sınırlarının ortadan kalktığıdır…”
“ebrid kartalı? Bugünlük bu kadar kötü haber yeter sanırım…”
“onu neden aradığınızı anlamadım ancak çağırıyorsa şayet –“
“en gaddar mahlukların içinden geçerek –“
“içerisini bilmiyorum; uzun zamandır girmedim. Bildiğim tek şey var Zurelb dağının kuzey yamacına gitmeniz gerektiği. Uzun bir yol sizi bekler” adam elinin tek hareketiyle şehrin büyülü dokusunu ikiye yarmıştı ve Apsyny tüm hatlarıyla karşılarına çıkmıştı. Burası da sanki bir başka boyut gibiydi aksi takdirde zirvesi bulutlara değen; kardan gümüş gibi parlayan dağın görünmemesi bir tarafa, gövdesinde bir mumakhili saklayabilecek ağaçların bile görünmesi gerekirdi. Burası başka bir ülkeden ziyade, alenen başka bir dünyaydı…
“peki sen nesin?”
“Khudch derler bize, antr ukdema gibi biz de bir halkız…” adam son olarak Zurelb’in anlamının gümüş gümüş dağ olduğunu söyleyerek kenara çekildi. Zirvesi bulutlara uzanan dağa doğru tedirgin adımlarla ilerlemeye başladılar…

 Zirvesi bulutlara uzanan dağa doğru tedirgin adımlarla ilerlemeye başladılar…

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ejderha günceleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin