“de hadiii indirin artık şunu” bunu söyleyen Üykül’dü. Ama şu anda hiç de elinde yemişiyle tribünlerden arenaya bakan bir izleyiciye benzemiyordu. Elinde tuttuğu kılıcı ile bir ağacın arkasında arkadaşlarıyla beraber ne olduğu belirsiz bir mahluka karşı savaşa girişmişti. Gençlerin leyhinde olan bu asimetrik savaşta neredeyse iki gündür zaferi kazanamamış olmaları, ne Üykül’ün ne de diğerlerinin güçsüzlüğünden kaynaklanıyordu. Hangi ırka veya hangi türe mensup olurlarsa olsunlar buradaki yaratıklar bir şekilde uyuyanları uyandırmayı başarabilmişlerdi… Apsyny’nin içerisinde geçen binlerce yıl, binlerce husumete, onbinlerce savaşa, yüz binlerce ölüme sebep olmuştu ve bunların sanki hepsi uyandırılmıştı da Üykül ve arkadaşlarının üzerine saldırıyor gibiydi.
“Üykül kaç günden beri savaştığımız hakkında bir fikrin var mı?”
“sizin sayımınızla dördüncü günü devirmek üzereyiz Niran neden sordun?” bu sırada Niran çok güçlü bir druid saldırısı yaparak asırlık ağaçlardan bir tanesini devirmeyi ve daha da önemlisi yakmayı başarabilmişti. Böylelikle düşmanlarıyla aralarına yirmi metre yükseklikte yaklaşık iki yüz elli metre uzunlukta bir set çekebilmişti.
“bunların sorunu ne hala anlayamadık, başka ne olabilir ki Üykül? Bildiğin bir şey varsa bizimle paylaşabilirsin tabi ki de…”
“size bu zamana kadar hiç yalan söylemedim gençler ve şimdiden sonra da söylemek niyetinde değilim: hiçbir fikrim yok” bu sırada gençler bir araya toplanabilmişlerdi ve şimdi geriye doğru çekiliyorlardı. Bu geri çekilmenin sebebi grubun güçsüz olması veya güçlerini kullanamamaları değildi. Normal şartlar altında bir uyandırılmış efendisinin kendisine verdiği enerji kadar güçlü olabilirdi. Buna ek olarak ak veya kara büyü, druid rünleri gibi harici etkileri olan saldırı veya savunmaları yapamamaları gerekliydi. Sadece kendilerine verilen enerji oranında fiziksel saldırı veya savunma yapabilmeleri gerekirdi. Ancak bu uyandırılmışlar kara büyü rün lanet gibi birçok şeyi de yapabiliyorlardı. Ve böylesi bir mücadelede, ölü oldukları için geri çekilmeyen askerlere karşı, sabit durarak bir mücadele izlemek erinde geçinde gençlerin zarar görmelerine sebep olacaktı. Diğer taraftan bir birlerine yakın durduklarında ya Üykül’ün ya da gruptan her hangi bir diğer kimsenin etki alanına giriyorlardı ve saldırı yaparken arkadaşlarından kendilerini korumaya çalışmaları veya yaptıkları saldırıları arkadaşlarını gözeterek yapmaya çalışmaları zorluk çıkartıyordu.
Ellerinde bir ihtimal daha vardı: bir birlerine zarar vermeyecek kadar uzaklaşmak. İçerisinde bulundukları alan ve kendi güçleri göz önüne alındığı zaman yaklaşık kırk kilometre yarıçapında bir daire oluşturacak şekilde açılmaları gerekiyordu. Çünkü düşmanlar fırsatını buldukları anda çevirme hareketleri yapmaya çalışıyorlardı. Bir ölüden daha fazlası da beklenemezdi. Hareket halinde olmaları için diğer bir mantıklı sebep de buydu,
“gençler huruç hareketi yapıyoruz”
“o ne be?”
“basit bir şey Nultas, düşman hattını yarmak üzere ileri doğru bir noktadan saldırı yapacağız. Sadece ileriye gitmek için. Artık aklıma bu malenetlerin sadece bizi kartalın ininden uzak tutmak için olduğu gelmeye başladı. Geri çekilmek işe yaramıyor.”
“öyleyse elimizden geldiği kadar düşey saldırı yapacağız: yatay ve ya dairesel olursa bir birimize zarar verebiliriz.”
Üykül geriye kalan herkesten gizliyor olsa da Apsyny’e geldiklerinden beri arkadaşlarının savaşlarını izlemekten zevk alır olmuştu. Bunun sebebi onlara bazı şeyleri kendisinin öğretmiş olması falan da değildi. Onların ölüm makinesine dönüşmüş olmaları falan da değildi. Şu anda her ne kadar bir birlerine zarar verme korkusuyla gerisin geri hareket ederek savaşmış olsalar da bu savaş boyunca kullandıkları güçlerden yerlerde kraterler açmışlardı; ağaçları devirmişlerdi; fırtınalar kopartmışlardı; binlerce ölüyü geriye onlardan hiçbir şey kalmayacak şekilde parçalara ayırmışlardı… tüm bunları yaparlarken bir birlerine en ufak bir zarar vermemişlerdi. Özetle, gençlerden her birisi tek başına bir orduyla rahatlıkla mücadele edecek kadar güçlenmişlerdi. Bu mücadele esnasında kendilerini kaybetmemeleri akıllarını şuurlarını yitirmemeleri en büyük güçleriydi.
“sağdan soldan birer kilometre hanımlar”
“merkezde neden sen varsın Ritka efendi?”
“çünkü Ennab hanım Üykül efendi biraz sonra arkamızdan müdahaleye başlayabilir ve onun önünden en az hasarla kurtulabilecek tek ben varım, kendi rünü hatırlıyorsun degil mi?”
“Ennab haklı Ritka askerlerini gözet, düşmanına bak: Ennab, Nultas merkezdesiniz; Ritka sol, Niran sağ kanat.”
“sen nerde olacaksın peki?”
“sağ açık Niran –“
“sebep?”
“şaşırt –“
“sallama Üykül, bizim dördümüzün yaptığından daha şiddetli bir saldırıyı açıktan yaparak düşmanların kendi üzerine yönelmesini sağlayacak. Benim dediğim gibi –“
“Prensin böyle emir buyurdu Ritka, itirazın mı var?”
Ritka haklıydı Üykül’ün tam olarak yapmayı denemek istediği şey buydu. Zira bu ölü ordusu saldırısı başladığından beri aklına bir iki şey takılmış vaziyetteydi: birincisi uyandırılmışlar ve bunların enerji kullanımları küçük olandı. Büyük olansa Kedil’in neden ve nasıl öldüğü idi. Eski şehre doğru yola çıkmadan hemen önce Üykül ne olduğunu tam olarak anlamlandıramadığı bir şey yapmıştı, Nultas kendisini sinirlendirdiği zaman enerjide ufak bir dalgalanma olmuştu ve sonuç olarak da Kedil ölmüştü. Hem de tüm kasları bedenine yapışacak şekilde eriyerek ölmüştü. Üykül’ün aklına bir tek şeyi getiriyordu bu olay: enerjiyle ve ya diğer şekillerde kasların şişmesi güçlenme anlamına geliyorduysa, kaslarına kadar bir insanın erimesi de güçsüzleştirme anlamına gelebilirdi. Kısaca Üykül bir şekilde bir insanın enerjisini soğurabilmişti: dentiasındaki enerjisinden kaslarındaki enerjisine kadar hem de… tabi bunun sebebi Ritka da olduğu gibi kendi yaptığı rüne uygulanan aşırı gücün ters tepmesi de olabilirdi: Ritka halen bu özelliğini net olarak kullanamıyordu ama gelen saldırıdan kurtulamayacağı anda hala şeffaflaşarak kurtulabiliyordu. Bunun gelişim gösterdiği tek nokta ise Ennab’ı korumaya çalıştığında onu da “şeffaflaştırabilmesi” olmuştu.
-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-
Üykül diğerlerinin hayallerinin ötesinde bir hızla arkadaşlarının arkasından hızlıca koşmuş ve devrilen ağacın önündeki ve arkasındaki uyandırılmışları duygusuzca katletmişti. Niran Nultas Ennab ve Ritka sadece Üykül’ün yaptığı saldırılar neticesinde sağa sola sıçrayan kemik, doku ve kan serpintileri haricinde bir şey görememişlerdi. Ritka durup düşündüğünde Üykül’ün hızına istemeden bir kez daha şaşırmıştı. Çünkü Üykül beş yüz metre boyunca sel gibi akan düşmanların arasına girmişti onları kılıçlarıyla o kadar hızlı bir şekilde doğramıştı ki, kılıçtan saçılan parçalar haricinde her hangi bir şey görünmüyordu.
“sen ne hayvan bir şeysin Üykül –“
“ağacı çekiyorum hazırmısınız?” Ritka önce ağaca sonra da Üykül’e bakmıştı. Ağacın sağlamlığı göz önüne alındığında bir mumakhil sürüsünün bile bu ağacı yerinden kıpırdatamaması gerekiyordu. Ama Üykül ağaç gövdesinin en kalın ve doğal olarak en sağlam yerine geçmişti gençlerin hazır olmasını bekliyordu. Herkes hazır olduğunu belirtir anlamda başını salladığında, Üykül ağacın gövdesinin altına girebildiği kadar girmişti ve sonrasında da parmaklarını ağacın gövdesine geçirerek en sağlam şekilde tutmayı amaçlamıştı. En son olaraksa dizlerini kırdı ve tüm gücüyle zıpladı. Üykül’ün bu hamlesi sonucunda, yere düştüğü anda soğuktan ve ayaztan kaskatı kesilmiş buz kütlesine girmiş olan dev ağaç rüzgarda uçuşan bir tüy gibi yerinden uçup gitmişti. Şimdi Ritka karşısında alenen uzanıp giden bir kabusu izliyordu.
Bu, Ritka’nın ilk kez bir uyandırılmışla yüzleşmesi değildi. Ama daha önce karınca sürüsü misali ve bin bir türlü uyandırılmışla yüzleştiği anlamına da gelmiyordu. Lime lime olmuş kasları hatta yer yer görünen kemikleri ve hatta ayaklanmış iskeletler olmalarına rağmen, kah ellerindeki silahlarla saldırı yapıyorlardı kah sarkan etlerini sallayarak rünler çizerek lanetler yağdırıyorlardı. Bunlarla karşılaştıklarından beri enerji temelli rün kullanımına ağırlık vermişlerdi. Artık tek farkı saldırılarında gizlenen rünlerin savunma temelli olmalarıydı. Aksi takdirde muhtemelen Ennab ve Nultas muhtemelen ölürlerdi. Savaşta zayiatlar elbette olacaktı ama henüz tam olarak kendisini keşfedemedikleri düşman onları da uyandırırsa Ritka için büyük sorun olurdu bu.
Ritka, elinde olmadan düşmanlarına saldırırken bir taraftan da arkadaşlarını göz ucuyla izliyordu. Etrafında saçtığı alevlerle Niran alenen renk cümbüşü oluştururken Ennab’ın okları buna ritim tutar gibi sesler çıkartarak ilerliyordu. Nultas ise elindeki mızrağıyla tempo tutar gibiydi.
“fırsatınız varsa Üykül’e bakmanızı tavsiye ederim” dedi arkadaşlarına Ritka elindeki kılıçla havayı yakarak yararak düşmanlarını tuzla buz ederken. Çünkü şu anda Üykül, iki elinde kılıçlarıyla ‘silahşorun dansına’ başlamıştı. Kadim bir teknikti ve gayet basitti: ayaklarını hilal oluşturacak şekilde hareket ettirirken düşmanlarının sağ veya sol açıklarına geçerek onları savunmasız bırakıyordu ve hamlesini yapıyordu. Tabi bu normalde olan bir izlenimdi. Şu anda Üykül o kadar hızlı hareket ediyordu ki karşısına aldığı bir düşmanın önünden bir anda kayboluyor sonrasında sağ veya sol açığında yoktan var oluyordu. Sahiplerin sahibi olanların bile ancak görebileceği kısa bir zaman diliminde de düşmanını iki kılıcıyla parçalarına ayırıyordu. Bu sırada da görünen tek şey etrafa kılıçlardan saçılan parçalar ve kana benzer sıvılar oluyordu.
Ritka elindeki kılıcı hunharca sallamaya devam ediyordu. Bu esnada üzerine çullanmaya çalışan uyandırılmışlar kılıcın hızı ve ağırlığı altında ezileceklerini biliyor olsalar bile gelmeye devam ediyorlardı. Ritka, Üykül’den enerji aktarımı yoluyla tekniği almıştı ve o da bir sanat eseri icra edercesine düşmanlarını biçmeye başlamıştı. Üykül arada boş durmamış Ennab ve Nultas’a da kadim teknikler yollamıştı. Nultas’a ise herhangi bir yardımda bulunmuş gibi görünmüyordu. Ritka ve Üykül hızlanarak katliama devam ederlerken geldikleri yol üzerinde ceset parçaları ile kaplanmamış bir santimetre karelik bir alan bile kalmamıştı. Eğer buradan kimlerin geçtiğini bilmeyen birisi bu manzarayı görmüş olsa düşüneceği tek şey burada iki ordunun, belki de milyonlarca askerin savaştığı ama kimsenin sağ çıkamadığı olurdu sadece.
Bir müddet sonra bir anlık bir boşluk oluşmuştu ve Ritka kendisini sersemlemiş hissetmişti. Ne olduğunu anlamak için etrafına baktığında ise havada süzüldüklerini fark etmişti. Üykül aşağıda hızlıca birşeyler yaparken de daha farklı bir şey olmuştu: kendisini kurtaramadığı bir güç tarafından ‘tutulmuştu’.
“debelenmeyi kes Ritka Üykül bizi fırlattı; Kartal bizi yakaladı ve maalesef onun elinden kurtulacak kadar güçlü değiliz.”
“bir tek kartalımız eksikti –“
“şikayet etme bence Ritka aşağıda Üykül’ün yaptıklarına bakınca orada olmamak bence yararımıza”
Ritka aşağıya baktığında Üykül’ün aleni bir ayarsızlıkla güç kullanarak ormanın bir kısmını yok ettiğini görmüştü…
*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*
Gençler geniş mağaranın geniş girişinde sabırsızca beklemeye devam ederlerken ne kartaldan ne de Üykül’den bir haber vardı. bu gergin bekleyiş de doğal olarak herkesin canını sıkmaya başlamıştı. Ebrid Kartalı ile direk bağlantısı olması dolayısıyla herkes Ennab’ın üzerine gidiyordu ama Ennab’ın da içerisinde bulunduğu durumda yapabileceği çok bir şey yoktu. Zira her ne kadar kendileri çağdaşlarının hayal bile edemeyecekleri seviyeleri görmüş olsalar da; masallarda bile unutulmuş yaratıklarla mücadele etmiş olsalar da karşılarındaki bir ebrid kartalıydı. Hayvanlar alemini Nubdu krallığı olarak düşünecek olursak Ebrid kartalı Kral Rebidin ta kendisi olurdu, diğer bütün hayvanlarsa en iyi ihtimalle bir bey olabilirlerdi. Biraz sonra Ennab gücü sanki başkası tarafından soğuruluyormuş gibi yerine çöküp kalmıştı. Son bir kez Ritka’ya bakıp gözleri kapandığında ise Ritka çaresizliğin zirvesinde, kollarında Ennabla haykırarak ağlamıştı…
“katırın dölleri siz ne gevşek ad –“
“hiç sırası değil Üykül-“
“ne demek sırası degil Niran, beni bir savaşın ortasında bir başıma bırakıp gittiniz –“
“bizi fırlatan sen degil miydin?”
“pek tabi değildim Niran, sizi neden fırlatayım ki? Hoş gitmeniz işime geldi kendimi – bu niye ağlıyor?”
“Ennab –“
“ee nolmuş Ennab’a?”
“düştü Efendi Üykül –“
“saçmalamayın derin meditasyonda sadece ve kendi içinde ciddi bir savaş veriyor. Hepsi bu kadar…”
“ne yani ölmedi mi?”
“Ritka neyseki gök gri kurtsun da bir şeylerin farkındasın haa”
“hiçbir şey hissedemiyorum ben ondan gelen”
“malsın o zaman ben ne diyeyim yol arkadaşım” Ritka şu anda kendisini o kadar mutlu hissediyordu ki Üykül’ün hakaretini bile sineye çekmişti. Az önceki çaresiz kucaklamanın yerini şimdi mutluluk dolu bir kucaklama almıştı. Hatta Ennab’ın tüm yüzüne o kadar fazla öpücük kondurmuştu ki Ennab kendinde olsa muhtemelen utancından geberirdi.
“duydunuz mu?”
“sence?”
“beni birisi içeriye –“
“ben birisi değilim insan Ebrid’im ben: Ebrid kartallarının atasıyım. İçeri geç –“
“peki bi-“
“sözümü kesme Üykül efendi sana da sıra gelecek” kartaldan baskıcı bir auro yayılmıştı olağanın aksine bu baskıyı hisseden sadece Üykül’dü. Gel gelelim bu baskı belki Ritka için bile çok yüksek seviyelerde olabilecek bir baskı olabilecekse de Üykül için bir çocuğun kendisini dürtmesinden farklı gelmemişti. Başka birisi veya başka bir canlı olsa Üykül şimdiye onu fena pataklardı ama bu kartala nedense saygı duymuştu,
“siz nasıl arzu ederseniz kıdemli, bu arada sohbet etsek –“
“ejderhaları avlamanın yolunu arıyorsun, antrları bulmak istiyorsun falan, içeride bir tane var ama henüz seninle görüşmek istemiyor. Onun görüşmek istemediği birisiyle de ben sohbet etmem”
“peki kıdemli…”
Kıvrılarak ilerleyen mağaranın içerisinde temkinli adımlarla ilerleyen Ritka neyle karşılaşacağını bilmediği için tüm duyularını son seviyesinde açmıştı ve kendisini en kötüye hazırladığına inanarak yürüyordu. Işık kurt bakışı için zarar verecek kadar şiddetli olmasa da Ritka bir şeylerin ters gittiğinin gayet farkındaydı. Yürümeye devam ettikçe duyularının açık tutmakta zorlanması bunun en belirgin göstergesiydi. İlk önce duyu yeteneği gitmişti; sonra koku alma yeteneği ve son olarak görüşü gitmişti. Bununla biteceğini düşünürken birden bire elindeki kılıcın aslında ne kadar agır olduğunu fark ettiğinde bu mağaranın içerisinde sıradan bir insan olduğunu dehşete kapılarak anlamıştı.
“gel Ritka küçüğüm, korkma benden veya bu mağaradan”
“se-ss-sen kimsin?”
“kısaca Akej derler bana, beni mazur gör tedbirli davrandığım için ama kardeşlerinin ihanetini kim görse tedbiri elden bırakmak istemez, haksız mıyım?”
“tedbirlerinizi a-an-anla-anlamadım efendim”
“ben bir antr’ım Ritka ve antrlar bahşetme gücüne sahip oldukları gibi bahşettikleri şeyi alma gücüne de sahiptir. Enerjini aldım, zira binlerce yıldır bu mağaradayım ve hak verirsin ki paslanmış olma ihtimalim yüksek.” Genç insanın alenen düşen çenesi gereksiz bir mutluluğa sebep olmuştu Akej’in yüzünde ve uzunca bir aradan sonra antr ilk kez gülümsediğini, gerçekten gülümsediğini hissetmişti. Ne yapacağını bilemez hali ise eğlenceli bir rezilliğe sebebiyet vermişti. Çocuk ilk önce eğilmek istemişti, sonra diz çökmeye karar vermişti sonrasında ne yapacağını bir türlü kestiremeyince bağdaş kurup oturmuştu. Oturduğunda ise yüzünde bir rahatlama ifadesi belirmişti,
“ohh be- kusura bakmayın kıdemli efendi- ben daha önce hiç – yani bu zamana kadar Üykül’ün babas- yani Rebi –Kral Bilge Rebid- başka kimseyle yüksek karşılaşmamıştım”
“daha önce Üykül’ün babası bilge Kral Rebid’den daha rütbeli kimseyle karşılaşmadın, bunu mu demek istedin Ritka”
“a evet efendim – senin – yani sizin de beni buraya cagırmış olmanız endiişlendirdi ve –“
“sakin ol Ritka anlaştık mı?”
“siz nasıl isterseniz yüce –“
“biz antrlar kendi aramızda rütbesel hiyerarşiye sahip değiliz, insanların da bizi yüce güçlü ve saire şeklinde görmelerine taraftar değiliz. Ben bir antrım ve sizlerin hayal edeceğinizden daha güçlüyüm ama antrlar arasında en güçlü değilim. Gücüm dolayısıyla da insanların bana saygı duymasını istemem. Anlaştık mı?”
“evet efendim”
“şimdi, dediğim gibi ben antr akej. Ve sen de Elçi Ritka’sın, doğru mu?”
“evet efendim.”
“arkadaşların benimle görüşmek istiyorlarsa senin burada aracılığın büyük önem arz ediyor: tutsak da olsam gücüm sınırsız da olsa ve ben bunlara önem vermiyor olsam bile teamüllere uymamız lazım. Şimdi git arkadaşlarını buraya çağır, bakalım bir birimize nasıl yardımcı olacağız…” akej Ebrid kartalının getirdiği bilgilere güveniyor olsa bile inanmaya yüreği elvermiyordu. Ritka usul usul uzaklaşırken Akej’in aklında kime neyi nasıl açıklayacağından başka bir şey yoktu.
Neyse ki çok fazla beklemesi gerekmemiş ve Ebrid’in bahsettigi gençler mağaranın içerisinde gözükmüştü bile: Druid Niran, Savaçı Nultas, Okçu Ennab, Elçi Ritka ve Üykül. Gençlerin her birerinin yüzünde bir diğerinden değişik ifadeler vardı. Niran tehditkar bir ifadeyle tetikte beklerken Nultas’ta belirsizliğin verdiği karmaşa ifadesi vardı; Ennab haklı olarak üzgündü, Ritka şaşkındı ve Üykül meraklıydı.
“biliyorum gençler aklınızda bir çok soru işareti falan var ama bunların hiç birisiyle uğraşmaya zamanımız yok –“
“iyi de biz buraya –“
“dengeler değişti Üykül, planını uygulamak istersen hala babanı ve onun topladığı orduyu kurtarmak zorundasın. “
“babam –“
“her şey sırayla Üykül. Buraya kadar gelmen bile büyük bir cesaret hele ki elinde ‘antr-aspy’ varken: antr öldürebilecek tek silah. Ama mevzu bu degil, antrların geriye kalanına sizi ulaştırsam bile sen antr-ash yani antrların hanesinden çıkamazsın”
“ned –“
“yanlış soru Üykül doğru soru nasıl olup da Apsyny haricinde bir yerde antr yetiştiği… şaşırma antr olduğunu anlamıştın degil mi?”
![](https://img.wattpad.com/cover/87197955-288-k277665.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ejderha günceleri
Fantasybildigin bütün dünyaları unut, bu dünya başka; burada herşey bambaşka...