Sussan; acıtır, konuşsan; kanatır. Oğuz Atay
Sabah erkenden kalkıp şirketin yolunu tuttum. Bu arada size işimden hiç bahsetmediğimi farkettim. Bir tekstil şirketinde İnsan Kaynakları Departmanında çalışıyorum. Büyük bir şirket olduğu için işe alımlar çok oluyor, bu nedenle çalışanların profili hızlı değişiyor. Seviyorum işimi. Monoton bir iş kabul ama zihnimi yeterince meşgul ediyor. Çünkü sürekli insanlarla uğraşıyorsunuz. İnsanın olduğu her yerde stres vardır. Zorluk vardır. Bu nedenle kolay bir işimin olmadığını da söylemeliyim.
Ayağımdaki acı azalmıştı. Daha hızlı hareket edebiliyordum fakat hala normal yürüyebilmek için zamana ihtiyacım vardı. Amacım şirkete erken gitmek ve iki kuşu tek taşla vurmaktı. Hem iş arkadaşlarıma söyleyecek bir bahane üretmek istemiyordum hemde kartvizitimi verdiğim kaçık adamla karşılaşmaktan korkuyordum. Kulağa saçma gelebilir, paranoya bağladığımı düşünebilirsiniz. O günki yaşadığım korkuyu yaşamadan beni yargılamayın derim. Yine de Allah kimseye yaşatmasın. Siz beni yargılayın, yaşamayın böylesi korkuyu.
Saat sekizde şirketin önündeydim. İçeri girdim. Müdürümüzün gelmesini bekledim. Tam bir saat bekledim. Sonunda Fatih Bey gelebildi. Adamın suçu yok, vaktinde geldi işine ama ben çok bekledim. Beni görünce şaşırdı, izin istediğimi duyunca daha çok şaşırdı. Bir aylık izin hakkım olmadığını biliyordum fakat bir yolu vardır diye düşünüyordum. Yokmuş öyle bir yol. Tanıdık bir doktor bulup rapor almamı tavsiye etti Fatih Bey. Neyse ki iki haftalık izin alabildim. İzni aldığıma göre şimdiki planım çok kişiye görünmeden şirketten çıkabilmek. Kimse görmese, soru sormasa muhteşem olur tabii ki ama mümkün değil. İnsan kaynakları departmanı her yerde. İllaki bir tanıdığa rastlarım. Müdürümüzün odasından çıktığımda Aliye abla beni görüp yanına çağırdı. İmalı bir şekilde bakıyordu. Hatta o kadar imalı bakıyordu ki bana baktığına emin olamadım başta. İstediği gibi yanına gittim.
-Nasılsın Aliye abla?
-Beni boşver, sen nasılsın? Ne bu hal?
-İyiyim ya sorun yok. Beceriksizliğim sayesinde ayağımı incittim o kadar.
-İyi madem, canım seni Selda Hanım odasına çağırdı.
-Selda Hanım mı? O niye?
-Bilmiyorum. Bir git bakalım. Öğren bana da anlat bak. Çatlarım ben, beni biliyorsun, dedi.
Bilmem mi? İş ortamında en sevmediğim şeyin dedikodu olduğunu söylemiş miydim? Neyse izni aldım ya, Selda Hanıma izinli olduğumu söyler çıkarım artık.
Kapısını tıkladım. İçeriden sesi geldi.
-Geel.
-Beni çağırmışsınız Selda Hanım.
-Evet Aslı. Geçmiş olsun ayağına ne oldu?
-Önemli birşey değil, merak etmeyin. Teşekkür ederim, dedim. Üçüncü bir kişinin sesi duyuldu,
-Dikkatli olun Aslı Hanım, daha kötüsü de olabilirdi.
Sesin geldiği yere doğru yöneldim. Camın önünde oturmuş bir adam vardı. Bir an sesin tanıdık geldiğini düşündüm, daha dikkatli baktım. O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Evet, bu O'ydu. O zorba adam. Dondum kaldım. Ne diyeceğimi, nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Selda Hanım bendeki durumu fark etmiş olacak ki,
-Aslı, iyi misin? Su ister misin? Ayrıca niye ayakta kaldın sen, otursana, dedi.
Oturmam için o adamın yanındaki koltuğu gösterdi. Oturdum oturmasına ama beni görmeniz lazımdı. Gerim gerim gerildim. Sanki rahat bir koltukta değilde diken üstünde oturuyordum. Bakışlarımı yere indirdim. Daha doğrusu onları yere çaktım. Başka bir yere bakamıyor, kendimi çok rahatsız hissediyordum. Selda Hanım sessizliği bozdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk Bir İhtiyaçtır.
Tiểu Thuyết Chungİçinizi ısıtacak bir aşk hikayesi. Yaralı iki gönlün, birbirine derman olma hikayesi. Tam da ihtiyaçları olduğu anda Aslı ve Emir'i bulan aşkın hikayesi. Aslı, Kerem'in ablası. Onu korumak pahasına kendinden vazgeçmeye hazır. Çünkü Kerem, ailesinin...