Dawn'ı beşiğine dikkatle yatırdım. Öğleden sonra uyuması gereken uykusuna zorla da olsa dalmasını sağladığım için onu uyandırmak isteyeceğim en son şeydi. Üzerini ufak, kalın örgülü battaniyesiyle örttüm. Onun da teni tıpkı Calum ve Mali gibi kavruktu. Alnına dağılmış düz kahverengi saç tutamlarını düzelttim. Kirpikleri hafifçe kırpıştı fakat gözlerini hiç açmadı. Ufacık göğsü soluk alışverişlerinden dinginlikle inip kalkarken onu alıp kalbime koymak istedim. Dawn çoğu zaman beni fütursuzca pataklamasına rağmen sevmekten vazgeçmeyeceğim tek küçük çocuktu.
Arkamı dönüp odadan çıkmak için parmak uçlarımda adımladığımda Calum'ın kapının pervazına omzunu yaslamış olduğunu gördüm. Tuhaf bakışları arasından beni ne kadar süredir seyrediyor olduğunu bilmiyordum. İşin garip yanı, onun beni rahatsız etmiyor olmasıydı. Sanırım beni o şekilde saatlerce seyretse sorun etmezdim.
Başımı yere çevirip odadan çıkarken mecburen yanından geçmek zorunda kaldım. Her adımımı dikkatle seyrederken bunun nedenini içten içe sorguluyordum. Çözümlemesi zor ya da kolay biri olup olmadığından kesinlikle emin değildim. Ne yaptığını anlamadığım için insan ve davranışlarıyla ilgili koca koca ansiklopediler bitirsem belki yine anlamazdım. Üstelik, neden hareketlerine bir anlam vermeye çalıştığım da benim için kocaman bir soru işaretiydi. Beni ilgilendirmemeliydi. Nasıl yapmak ya da davranmak istiyorsa o şekilde davranabilirdi. Eninde sonunda dengesizlik yapmaktan vazgeçemeyecek, yine beni üzecekti.
Sahi, Calum Hood ne zamandan beri benim duygularımı incitir olmuştu?
"Eğer yanında durmak istiyorsun içeri geç," diye sessizce mırıldandım. "Bulaşıkları yıkamam gerek, mutfağın gürültüsünden rahatsız olmasın diye kapısını örtmem lazım."
Tek kelime bile etmeden yalnızca başını sallayarak beni yanıtladı. Dawn'ın kapısını dikkatle örtüp benim peşimden geldiğini duydum. O orada yokmuş gibi davranmak her geçen saniye benim için biraz daha zor bir hal alıyor olmuş olsa da bunu umursamadım. Burada sadece işimi yapmaya çalışıyordum. Ve işim Dawn ile ilgilenmek, Mali'nin yükünü hafifletmekti. Calum'a ahbaplık etmek değildi.
Mutfağa geçtim. Sabahki kahvaltı bulaşığı ile Dawn'ın bulaşıklarını özenle yıkamaya başladım. Muhtemelen Mali ev işlerine bulaştığım için bana kızacaktı. Ama ben sadece ona yardım etmek istiyordum. İşten eve ne kadar yorgun döndüğünü görüyordum ve tek isteğim, onun yükünü taşımaya yardımcı olabilmekti. Elimden geldiğince bunu yapmaya çalışıyordum. Tuhaf bir şekilde onu bazen ablam gibi hissediyordum. Tek çocuk olduğum gerçeğini bana unutturabiliyordu.
Calum tekrar yanıma geldi. Buraya geldiğimizden beri sürekli Dawn ve benim peşimde dolanıyordu. Dikkatimi çekmişti. Daha önce de Dawn'la tek başıma ilgilenmiştim ve onu hiç görmemiştim. Tabii, geçen haftaya kadar.
Kalçasını tezgaha yasladı. Kollarını göğsünün üzerine birleştirip beni seyretmeye başladı. Seslice genzimi temizleyip, ona bakmadan bulaşıkları yıkamaya devam ettim.
"Olman gereken bir yer yok mu?" diye sordum. Sanki bu beni o kadar da ilgilendiriyormuş gibi.
Etna'dan bahsettiğimi anlamıştı. Gözlerinin hala üzerimde dolaştığını hissedebiliyordum. Ve bu beni hala, rahatsız etmiyordu. Bende daha değişik ve iyi hissettiren bir duygu uyandırıyordu.
"Yeğenimle vakit geçirmek istiyorum ve bu durumda, olmam gereken yer burasıymış gibi görünüyor."
Ona bakmamak için kendimi zorluyordum. Arabada çalan şarkıdan sonra birbirimize öyle tuhaf bir çekimle bakmıştık ki hatırladıkça yürürken sürekli sarsılıyordum. Bu yüzden hatırlamak istemiyordum ama hatırlamak istemiyor olduğum kadar sürekli o bakışı zihnimde dönüp duruyordu. Hiç çıkmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He(art) || hood
FanfictionSenin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.