Soyunma odasına girdiğimde Etna, Marion ve isimlerini henüz öğrenemediğim ama onlardan pek de bir farkları olmayan saz arkadaşları; sınıfın geri kalanıyla birlikte üzerlerini değiştiriyorlardı. Beden eğitimi derslerinin bitmesini yaklaşık kırk dakikadır bekliyordum. Bittiğinde ve soyunma odalarına geldiklerinde ise soluğu direkt burada almıştım. Kapı aniden açıldığı için birkaç kız refleks olarak irkilmişti. Onlara ufacık bir özür diledikten sonra bakışlarımı sadece Etna'nın üzerine diktim. Sanki onun için burada olduğumu bizzat biliyormuş gibi, benden başka hiçbir şeye odaklanmıyordu. Gözlerimizi birbirimize dikmiş, tehditkâr ifadelerimizle yüzlerimizi süzüyorduk.
Kollarımı göğsümün üzerinde kavuştururken kazağımın kumaşını dirseklerime kadar toplamıştım. Soyunma odasında bulunan herkesin sesimi duyabileceği ölçüde konuşurken "Etna ile yalnız kalabilir miyim?" dediğimde, Marion'un ağzı şaşkınlıktan açık kalmıştı. Etna'nın da aslında ondan pek de bir geri kalır yanı yoktu. Benden böyle bir tepki beklemedikleri çok açık olduğu için, içimde biriken tereddütlerin azalmaya başladığını hissetmem çok geç olmadı. Bazıları, ortamda oluşmakta vakit kaybetmeyen gerginliği iliklerine kadar hissediyordu ki; birbirlerine tuhaf tuhaf bakmaya başladılar. Bazıları da umursamaz bir şekilde üstünü giyinme işini tamamladı. Nitekim, Marion ve saz arkadaş grupları da dahil olmak üzere herkes dışarıya çıktığında soyunma odasında küçük şeytanla birlikte yalnız kalmıştım.
Artık bazı şeylerin hesabını bana vermek zorundaydı.
Aramız bozulduğundan beri Etna'ya karşı tavırlarım çoğunlukla sert olmuş olsa da; hiçbir zaman arkasından iş çevirmek veya da ayağını kaydırmak için büyük bir çaba göstermemiştim. Bu tarz dramalar bana çok işsizce geliyordu. Hiçbir zaman ilgimi çekmediği gibi, üzerine saatlerce düşünüp efor sarf edeceğim türden bir olay da olmamıştı. Kendi köşesinde ölebilirdi açıkçası. Bisikletime yaptıklarını bile umursamayabilirdim. Nasıl olsa bir gün benimle uğraşmaktan da sıkılacak ve yaptıklarının ne kadar çocuksu hareketler olduğunu anlayacaktı. Tabii bu söylediğim Etna'nın bir beyni olsaydı gerçekleşebilirdi ancak.
Şimdiyse Dawn'a bulaşmıştı. Dolaylı yoldan Calum'la olan ilişkimize de. Kendimi hiç de Devon gibi hissetmesem de bunu umursamadım. Sadece... bu bitmek tükenmek bilmeyen kötülük tohumlarını ekip durma çabalarına ne zaman bir son vereceğini bilmem gerekiyordu. Asıl problemi benimleydi, bunu hepimiz biliyorduk. Ne Dawn ne de Calum. Bunu daha önce de söylemiştim. Etna'nın kuyruk acısının sebebi onun Calum tarafından terk edilmiş olma olayı değildi. Bir çocuğun kendisini bir kız tarafından terk etmiş olmasıydı ve Etna gibiler bu olayı kaldıramazdı zaten.
O bir kız da ben oluyordum. Ki bu işi çok daha kızgınlaştırıyordu. Arasının bozuk olduğu eski en yakın arkadaşına ününe ün kattığı sevgilisini kaptırma düşüncesi onu her geçen gün zehirliyordu.
"Acele edersen iyi olur, sana ayıracak çok vaktim yok." dedi Etna, çantasını koluna takarken. Koyu renk saçlarını gelişigüzel bir edayla arkaya doğru savurup, yüzüne gelen tutamları geriye çekti. Ne hakkında konuşacağımı elbette ki biliyordu. Küçücük aklında bu kadar şeytani oyunlar döndüren bir insan elbette ki sonuçlarını da hesaplamıştır.
"Tam aksine," dedim tam olarak karşısında durup. "Bence bizimle uğraşmayı meslek edindiğine göre fazla fazla vaktin var."
Kaşlarının tekini havaya kaldırdı. "Sizinle uğraşmak mı? Ah, hadi ama, bir zamanlar bundan daha komik olduğunu ikimiz de çok iyi biliyorduk öyle değil mi?"
O sonuçlarını hesapladıysa, ben de karşımda sergilediği bu anlamamazlıktan gelme tavırlarını öngörmüştüm. Elbetteki bunları da yemeyecektim. Artık bazı şeyler için geç kalmak istemiyordum. Her seferinde Etna'yı parçalayacak gibi olup, sonrasında geri adım atmak istemiyordum. Bir kez olsun başladığım işi bitirebilmeliydim. Neden umursamaz gözüktüğü halde kafayı benimle bu kadar bozduğunu öğrenmeliydim.
Sabırla derin bir nefes alıp verdim. Göğsümde birleştirdiğim kollarımı açarken, odağım sadece sinsilik kokan gözlerindeydi.
"Bak Etna, bunlar artık gerçekten can sıkıcı olmaya başladı. Boyundan büyük oynuyorsun-"
"Ama bu benim her zamanki halim tatlım, senin bunu çok iyi biliyor olman lazım. Bir zamanlar benim en iyi arkadaşımdın, hatırlasana."
"Eh, hiç unutur muyum?" dedim son derece alaycı bir tavırla. "Neredeyse her gün bu aptallığım için kendime lanetler okuyorum."
"Sana bir şey söyleyeyim mi?" bana doğru ufak bir adım attı, topuklu botları zeminde tok bir ses çıkartmıştı. "Bence akıllı bir hareket yaptın, biliyor musun? Bütün gözlerin bende olduğunu gördün, yıldızımın nasıl parladığını fark ettin ve gelip benimle yakın arkadaş oldun. Oysaki her şey hayattaki başarı sırrımı öğrenmek için kurduğun sinsi bir plandan ibaretti. İşine gelmeyince de arkadaşlığı bitirme ve kabuğuna çekilen o mağdur kız olma rolüne geçme kısmını uyguladın. Akıllıca."
"Neden bir daha hayatımda birkaç tanesi dışında hiçbirini görmeyeceğim insan topluluğu için bu kadar ego yüklemesi yapayım ki?" dedim yüzümü buruşturup. "Bunların hepsinin senin saf, kötü düşüncelerin olduğu nasıl da belli. İtibardan başka hiçbir şey konuşmuyorsun çünkü. Varsa yoksa adın şu koridorda konuşulsun değil mi?"
"Niye öyle diyorsun? Sürekli benim çevremdekileri kendine toplamak istemene bakacak olursak senin de hayalini kurduğun şey hep bu değil miydi?"
Başımı iki yana salladım. Etna gerçekten de tanıdığım en aptal insandı. Yeryüzünde belki de bundan daha aptalıyla tanışamazdım. Her şeyin itibar olduğunu düşünüp buna göre hareket edecek kadar başına ne tarz bir talihsizlik gelmiş olabilirdi ki? Herkesle bir piyon gibi oynuyordu ama, herkes de onunla oynuyordu aslında. İleride Marion'un da onunla görüşmek isteyeceğini pek sanmıyordum. Etna'nın arkadaşı olma itibarı üniversitede sökmeyecekti çünkü.
"Yazık," tükürür gibi konuştum. "Küçücük bir çocuktan hıncını çıkaracak kadar kötü bir insan olmayı tercih eden senden başka hiç kimse yok. Eminim Marion'un bile bir kalbi vardır."
Etna büyük bir kahkaha attı. Ortada eğlenilecek hiçbir şey olmamasına rağmen o keyfini anlatabilecek bir kelimem yoktu. Sanki başkalarının çektiği acılardan kendine mutluluk payları çıkartan bir canavardı. Böyle bir insan olmadığım için binlerce kez şükürler ediyordum. Etna gerçekten hep böyle biri miydi yoksa şartlar yüzünden bu insana mı dönüşmüştü bilmiyordum ama, her şey bir tercih meselesiydi.
Mesela artık benim geri adım atmamaya karar vermeyi tercih etmem gibi.
"Kabul ediyorum, planım işe yaramadığı için birazcık üzgünüm. Siz iki salak ayrılırsınız sanmıştım." deyip sahte bir hüzünle alt dudağını dışarıya kıvırdı.
"Kabul ediyorsun yani?" dedim teyit etmek istercesine, öfkem her geçen saniye artıyordu. "Hiçbir sorun çıkmayacak olmasına rağmen aleyhlerine konuşması için Jason Jonathon'a para ödediğini kabul ediyorsun?"
"Ah, tabii. Geri zekalı olduğun için anlamaman normaldi." başını sallayıp gülümsedi. "Evet, o küçük veleti kaybetmeniz için avukata yüklü miktar para döktüm. Şimdi anladın mı?"
Kanım donmuştu. Zaten onun yaptığını biliyordum, benim için şimdi ondan duymak sürpriz olmamıştı. Kanımı donduran şey bu kadar ifadesiz oluşuydu. Neredeyse taştan bir kalbi olduğunu düşüneceğim kadar ruhsuzdu. Ben afallayarak ona bakıyordum ama onun dudaklarında her geçen saniye genişleyen şeytani bir gülümseme vardı. Yaptıklarından pişman olmadığını o zaman daha da iyi anlamıştım işte.
"Şimdi, izninle. Sana haddinden fazla değerli vaktimi harcamış oldum."
Bana omuz atarak topuklu botlarının üzerinde, kalçalarını kıvıra kıvıra yürüyüp soyunma odasından çıktı. Ellerim bile buz gibiydi. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Sakin olmaya çalıştım.
Bitmişti işte.
Elimdeki telefonumu ortaya çıkarıp, ses kayıt cihazı uygulamasını kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He(art) || hood
FanfictionSenin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.