3.5

4K 292 298
                                    

Michael kantinden ikimiz için almaya gittiği kahvelerle geri döndüğünde minnettar bir şekilde gülümsedim. Karton bardağın birini bana uzatırken bankta gelip yanıma oturdu. Kasım ayının sonlarında olmamıza rağmen sanki çok zorlu kış aylarından birinin ortasındaymışız gibi hava soğuktu. Ancak teneffüste bahçeye doluşan insan kalabalığı soğuktan hiç etkilenmiyor olmalıydı, genelde dışarıda görmeye aşinası olduğum yüzlerdi çünkü hepsi.

"Yani..." diye söze girdi Michael. "Aranızdaki şey bitmiş mi oldu?"

Ne kadar da tuhaf. Aramızdaki şey. Bir ismi bile yoktu. Bir şeyler yaşıyorduk ama ne olduğu hakkında Calum'ın bir fikri olmadığına o kadar emindim ki. Her şeyin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Akıl alır gibi değildi. Ama... olmuştu.

Calum Hood'a asla güvenmemem gerekirdi belki de.

"Sanırım," diye mırıldandım yavaşça omuz silktikten sonra.

Michael gerçekten üzüldüğümü fark ettiğinden beri bana ilgiye ihtiyacı olan kedisine bakarmış gibi bakıyordu. Bundan rahatsız olup olmadığımı kestiremiyordum. Çünkü doğru olmasa bile, gerçekten ilgiye ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Böyle bir şey hissettiğim içinse kendime olan kızgınlığım artıyordu. İlgiye falan ihtiyacım yoktu, olmamalıydı. Şurada birkaç ay öncesine kadar Calum hayatımda yer edinmiş bir insan değildi bile. Sadece tanıdığım... biriydi.

İşler nasıl bu raddeye ulaşmıştı anlamamıştım. Her şey hızlı gelişmişti. Ama çok güzeldi. Farklıydı. Gerçekten tepeden tırnağa farklı olduğumu hissediyordum. Bunca zamandır gerçek olduğunu düşündüğüm tonlarca duyguyu aslında hiç hissetmediğimi, Calum hayatıma girmeye ve bana onca güzel şey söylediğinde fark ettim. İliklerime kadar yaşıyordum sanki. Canlıydım. Okuduğum ve bana yıllarca imkansızmış gibi gelen her şeyi hissetmeye başlamıştım. Bu paha biçilemez bir duyguydu.

Ama Calum her şeyi batırmıştı. Benim yanlışlarım var mıydı bilmiyordum. Belki de vardı.

En büyük yanlışım da ona güvenmekti.

"Hey," diye dürttü beni Michael. "Şu lanet olası pişmanlık ifadeni suratından sil."

"E-efendim?"

"Diyorum ki, ne yaşadıysanız yaşadınız. Madem bittiğine de bu kadar çok inanıyorsun, öyleyse vakit her şeyi geride bırakıp yoluna devam etme vakti."

Michael söylediklerinin her birinde son derece haklıydı. Aptal gibi davranıp, doğru olduklarını bildiğim halde hepsini inkar edip ağlamalarıma devam edecek değildim. Olduğumdan daha da aptal gibi davranmak istemiyordum.
Fakat Calum hayatıma hiç girmemiş gibi davranmaya çalışmak çok zordu. Yaptığı her şeye rağmen benden uzak durmamasını beklemek çok salakçaydı. Beni öptüğü zamanlarda ruhumu binlerce yoğun duygunun altında ezilmeye mahkum ederek bırakıp gitmesine izin verdikten sonra, hayatıma nasıl devam edebileceğimi bilmiyordum.

Keşke bu kadar salak ve güçsüz bir kız olmasaydım.

Michael'a cevap vereceğim sırada Luke, Marion, Calum, Etna ve futbol takımından birkaç çocuk aynı anda bahçeye çıktıklarında bütün söyleyeceklerimi unuttum.

Bu akşam Robert Lisesi'nin futbol takımının Güney yakadaki adını bile bilmediğim bir kolejle yapacakları maç vardı. Koç her zaman takımıyla ve takımındaki çocukların kişilikleriyle övünüp dururdu; bunun yanı sıra, maç günlerinde gösterişli takılmayı da çok severdi. Ne zaman maç olsa, takımdaki çocukların hepsi takım ceketlerini giyerek okulda dolaşırdı. Bazen maç yapılacağını oradan anlardık.

He(art) || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin