Luke, çalışma masamdaki kitaplarla oynarken bile ikimizin de yüzünde hâlâ aptal bir mutluluk gülümsemesi vardı. Ellerini ceplerine yerleştirirken, ben de oturduğum yatağımdan kalktım. Sevinçten odamın içinde deliler gibi dönüp turlar atarken ara sıra kahkaha atıyordu. Abisinin sağladığı imkanlar sayesinde iletişime geçmeyi başarabildiğimiz avukata kanıtı teslim etmiştik. Dawn'ı geri alacağımızdan hiç bu kadar emin olmamıştım.
Ve bu garip bir şekilde Luke'un sayesinde olmuştu.
"Bitti şimdi her şey, öyle mi?"
Luke şu anki gülümsemesinden çok daha samimi bir şekilde gülümsedi. Sanki karşısında ufacık bir çocuk varmış da, onu hayranlıkla seyrediyormuş gibiydi. Dudağının kenarını ısırıp serbest bıraktıktan sonra onaylamak için başını salladı.
"Evet, bitti. Gerisiyle abim ilgilenecek. Muhtemelen en geç perşembe gününe Mali'yi bu durumdan haberdar eder."
O kadar mutluydum ki. Üstelik Dawn eve döndüğünde, Calum'ın yüzünün alacağı şaşkın mutluluk ifadesi gözlerimin önüne sergilenince içim daha da kıpır kıpır oluyordu. Sonunda sevdiklerim için bir şeyi dosdoğru tamamlamış olabilmek bende tuhaf bir gurur duygusuyla birlikte mutluluk da uyandırmıştı. Kâbuslar bitmişti, Dawn bize, evine dönüyordu. Onunla birlikte biz de artık eski düzenimize geri dönecektik.
Derin bir iç çektikten sonra yavaşça aldığım nefesi bıraktım. Luke'a güvenmek konusunda sancılı bir ikilem arasında kalmış olsam da, her şeyi anlattığımda çok büyük bir tepki verecek olmasına rağmen Calum'ın reddedeceğini zannetmiyordum. Olayları can sıkıcı boyutlara ulaştırıp, gereksizce uzatmayacağını da. Ondan habersiz iş yaptığım ve yaptığım işi de Luke'la birlikte yaptığım için muhtemelen beni çok kötü haşlayacaktı.
Ama bunu Dawn için yapmalıydım. Sonucu ne olursa olsun, denemeden bir köşeye atmaktan çok daha iyi olacağını biliyordum. Nitekim ses kaydı planımız kusursuzca işe yaramıştı ve tüm artılarıyla birlikte elbette eksilerini de avukatla birlikte konuşmuştuk. Bir sorun çıkmayacaktı.
Yemin ederim, Etna şeytanını alaşağı etmiş olmamız umrumda bile değildi. O sürtüğün cehennemin dibine kadar yolu vardı ve bu kez ona acımayacaktım. Eminim itibarını bu şekilde zedelemek, onu tüm okulun önünde pataklamamdan çok daha büyük bir etki yaratacaktı. Çünkü insanlar genelde acımasız durumlara şahit olduklarında bir akıllarıyla birlikte bir kalpleri olduğunu hatırlarlardı ancak.
Mahçup bir şekilde Luke'a baktım. Ona güvenmediğim için zamanında fazla fazla terslemiştim. Ama kendisi de haklı nedenlerim olmadığını söyleyemezdi. Yine de... ona bir teşekkür borçluydum. Dawn, etrafındaki insanların hayatlarında çok büyük bir yere sahipti. Ailesi haricinde özellikle de benim. Elimden bir şeylerin geldiğini bilmek yaralarımı sarmaya yetmişti.
"Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum."
Mırıldanışım, odamın duvarlarında resmen yankılanmıştı. Şu dört duvar arasında öyle bir sessizlik vardı işte. Ceplerinde bekleyen ellerinin konumunu bozmadan beni seyrediyordu sadece. Yalnız, tek bir fark vardı; bu seferki mutlu gülümsemesi yerini birazcık buruk görünen bir gülümsemeye bırakmıştı. Belli belirsiz bir şekilde başını sallarken, odaklandığı tek şey gözlerimdi. Eminim mutluluktan ve heyecandan parıldıyorlardı.
"Sanırım teşekkür etmesi gereken kişi sen değilsin," deyip gülümsediğinde kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım.
"Efendim?"
"Bana güvenmeyi seçen sendin." kaşlarıyla beni işaret etti. "Bir insana güvenmeyi denemek zordur. Belki de bana güvendiğini hissetmeseydim işler bu kadar yolunda gitmeyecekti."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He(art) || hood
FanfictionSenin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.