"We won't fade away."

3.4K 242 130
                                    

Mali'de yediğimiz Noel yemeğinden sonra Calum'la birlikte Dawn ile fazlasıyla vakit geçirmiştim. Dawn ilk başlarda beni hatırlamakta güçlük çekmişti, birbirimizden yıllarca uzak kalmamış olmamıza rağmen beni unutmuş gibi olması bir an için canımı yakmıştı.

Hatta Calum, onu kucağıma vermek için Dawn'la epey çekişme yaşamıştı ama en sonunda çocuğu rahat bıraktığımızda ufak ufak adımlarıyla kendisi yanıma gelmişti. Küçücük dudaklarından bebeksi ses tonuyla adımın döküldüğünü duymak hemen gözlerinin dolmasına sebep olmuştu.

Yemekten sonra Mali ve Dawn ile vedalaşmak zor olmuştu. Uzun zamandır ikisini de görmediğim için beni bırakmak istememişlerdi. Özellikle Dawn kapıda montumu giydiğimi gördüğü anda ağlamaya başlamıştı. Evden çıkmaya izin alabilme şeklimiz de, bu akşam Mali'de kalmak konusunda ikna olmamla gerçekleşebilmişti. Aksi takdirde Mali hiçbir yere göndermemekte ısrarcıydı.

Calum, yol uzun olsa bile Kuzey yakada artık bizim için imza yerimiz haline gelen piknik alanına getirmişti. Her geldiğimizde park ettiğimiz aynı yerde arabayı durdurmuştu ve yine, arabanın kaputunun üstünde oturuyordum. O da yanımda çikolatalı sigarasını içiyordu.

"Başa döndük Parker."

Sigarasının dumanını dudaklarının arasından serbest bırakırken, parmak uçlarıyla birkaç ufak hareket yaparak sigaranın ucundaki külleri silkeledi. Gözlerimizi buluşturduğunda gülümsedik. Bir elini kotunun cebine yerleştirirken "Burası kendimi tamamen sende kaybettiğim yer."

Montumun kollarını avucumda toplarken derin bir nefes alıp verdim. Ona bakmaya duyabilmek bile mümkün değildi. Üstelik böylesine derin cümleler kurarken kalbimdeki çarpıntıyı durdurabilmek de imkansızdı. Kendimi sakinleştirmede ve bir aptal gibi hissetmemekte her seferinde çabalarımı hükümsüz kılmayı başarabiliyordu.

"Zaman gerçekten çabuk geçiyor." diye mırıldandım gözlerinin içine bakmaya devam ederken.

Ama kesinlikle söylemek istediklerimin bu kadarıyla sınırlı olmadığını biliyordum. O da, ben de biliyorduk.

Sigarasını içmeye kaldığı yerden devam ederken arada kaçamak bakışlar atarak onu seyrediyordum. Gözleri, dudakları, burnu, alnına dökülen dağınık kuzguni saçları, hatta çoğu zaman çatık duran kalın biçimli kaşlarıyla dünyada daha önce hiç kimsede hissetmediğim türden kendi çapında büyük bir uyum içindeydi. Gerçekten çok güzeldi. Ki hayatımın sonuna kadar Calum'un ne kadar güzel olduğunu söyleyebilirdim. Belki de hiç bıkmadan.

Kahverengi gözleri ayaklarımızın altına bütün gerçekliğiyle serilmiş olan kasaba ışıklarında dolaşıyordu. Sigarasını bitirmeden atıp, kar botlarının ucuyla izmaritin canını çıkartmak istercesine ezerken bana döndü. Kalın dudaklarından ve iri burnundan hâlâ dumanlar süzülüyordu. O grilikte kaybolmak istiyordum. En az Calum'u istediğim kadar istiyordum hem de.

Onu hissedebilmenin damarlarımdaki kanda bıraktığı etki çok başkaydı. Yoğundu, bazen onu sevmenin ve onu deliler gibi arzulamanın beni çok yorduğunu hissedebiliyordum ama bundan vazgeçebilmem neredeyse mümkün bile değildi.

Calum'u her şeyiyle istiyordum.

"Buraya her geldiğimizde sessizleşiyoruz."

"Ya da sevişiyoruz."

Gülmeden önce gözlerimi devirdim. Calum, büyük bir kahkaha atarken, geldiğimizden beri seyrettiğimiz kasabanın manzarasına sırtını döndü. Tam önümde durup elini belime yerleştirerek beni kendisine çekti. Aramızda hiçbir şekilde mesafe olsun istemiyordu ki, benim de tek istediğim buydu. Bacaklarımı beline doladım ve beni kendisine yaslamasına izin verdim.

He(art) || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin