"Bugün biraz geç dönmek zorunda kalacağım."
Mali çantasını toparlamaya çalışırken kucağımda uslu bir şekilde duran Dawn ve ben onu seyrediyorduk. İlk defa annesi varken ve işe gitmek üzereyken huysuzlanmıyor, başını omzuma yaslamış öylece duruyordu. Küçücük parmakları boynumdaki belli belirsiz zincirle oynarken ılık nefesleri boynuma çarpıyordu. Oldukça huzurlu durduğu için onu rahatsız etmek belki de isteyeceğim en son şeydi.
"Sorun değil, zaten tek bir sınavım kaldı." deyip gülümsedim. "Dawn'ı uyuttuktan sonra çalışabilirim."
"İstersen bu gece burada kalman için Freya'yı arayıp izin alabilirim tatlım." Mali, cep telefonunu çantasının içine resmen fırlattı. Dawn'ın mamasını hazırlayacağım kutuları tezgaha sırayla bırakmaya çalışıyordu. "Kuzey yakaya o saatte dönmek senin için sıkıntı olabilir ve başın belaya girsin istemiyorum."
Neden ablası bu kadar kibar ve tatlıyken kendisi lanet olasıca bir serseri olmaktan öteye gidemiyordu ki?
"Ben haber veririm, sen sadece işe geç kalma."
"Ah, sen de olmasan."
Mali uzanıp yanağımdan öptü. Dawn'ın yanağına ise çok daha sulu bir öpücük bırakıp kapının önünde iş yerine gitmek için personelleri bir saat öncesinden toplayan servise yetişmek için botlarını aceleyle ayaklarına geçirdi. Montunu yarım yamalak giyerken "Bir sorun olursa lütfen beni aramaktan çekinme." diye beni tembihliyordu.
Kapıyı kapattığımda Dawn birazcık kıpırdanmaya başladı. Sanki moralimin bozuk olduğunu hissetmiş gibi bugün hiç huysuzluk çıkarmamıştı. Ne çeneme yumruk yemiştim ne de haykırmalarından kulak zarlarım patlamıştı. Salona gidip oyuncaklarını halının üzerine dağıttığı yere dikkatle oturmasını sağladıktan sonra, ben de onun yanına oturdum.
Alnına dağılan koyu renk düz saç tutamlarını parmak uçlarımla düzeltirken, geçen hafta Calum'ın ona aldığı traktörle oynamaya başladı.
Bugün okula gitmemiştim. Sınav falan da yoktu ve Calum ile dün akşam yaşadığımız o tartışma yüzünden bu boşluğu doldurmak istemiştim. Ama onu görmeyerek. Eğer görürsem muhtemelen yaptığımız o saçma sapan kavgayı yeniden yapıyormuşuz gibi hissedecektim. Okulda konuşmadığımız için de tüm gün içim içimi yiyecekti. Muhtemelen kızlar tuvaletinde öğle arası boyunca ağlardım.
Sabah okula gitmeden önce bana günaydın mesajı göndermişti; cevap vermemiştim. Mesajı okuduğumu gördüğünde telefon etmişti; onu da yanıtlamamıştım. Tuhaf bir şekilde Calum'a karşı içimde büyük bir öfke vardı.
Bir de kıskançlık.
Pekala, Luke'tan yoğun bir şekilde hoşlandığım zamanlarda onunla öpüşmemi doğru bulmuyordum. Ama benim Luke ile aramda hiçbir şey yoktu. Kelimenin tam anlamıyla arkadaş bile sayılmıyorduk. Fakat Calum için işler öyle değildi. Etna ile sevgiliydi.
Benim eskiden en yakın arkadaş olduğum kızla.
Sorunu kimde aramam gerektiğini bilmiyordum. Veya spesifik olarak bir sorun arayıp aramamam gerektiğini de. Herkes Etna ile sevgili olmak isterdi. Robert Lisesi'ndeki ilk yılımıza başladığımızdan beri bu böyleydi. Etna Stewart denilen bir ışık, bir yıldız vardı. Ben ise onun yanındaki sönüklerden yalnızca birisiydim. Bundan böyle bahsettiğimde annem en yakın arkadaşımı kıskanmamın hoş olmadığını söylemişti ama benimki kıskanmak değildi. Etna zaten... böyle biriydi. Benden farklıydı ve gittiği her yerde farklı olacaktı. Uzun dümdüz kestane rengi saçlarıyla, tehlikeli kıvılcımlara sahip olan koyu renk hafif çekik gözleriyle ve cesur kıyafetleriyle parmakla gösterilen kızlardandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He(art) || hood
FanfictionSenin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.