3.3

4K 293 167
                                    

"Yani benimle gelmiyorsun, öyle mi?"

Babama gözlerimi devirmek zorunda kaldım. Hayatımda daha önce hiç tiyatroya gitmemiştim. Yani, ilkokuldayken okul binasının toplantı salonlarında düzenlenen amatör olanları haricinde. Ki onlara da kendi isteğimle gittiğim pek söylenemezdi. Bütün okul belirli saatlerde orada bulunmak zorunda olduğundan dolayı haliyle, ben de öyle yapmak durumunda kalıyordum.

Ben bir şeyleri okumayı daha çok seviyordum. İzlemeyi sevmediğimden değildi, fakat eylemlere o kadar süre boyunca izleyerek takılı kalmak belirli bir zamandan sonra benim için işkenceye dönüşmeye başlıyordu. Biraz film izlemeye çalışarak bunu aşmayı deniyordum ama usta olduğum söylenemezdi.

"Bana gelip gelmeyeceğimi biletleri alırken sormalıydın."

Annemin babam daha eve adımını bile atmadan eline tutuşturduğu, filmlerdeki o uzun fermanları andıran alışveriş listesine bakıyordum. Ona bakmıyor olsam bile babamın mızıkçılık yaptığımı ifade eden göz devirmelerinden birini yaptığına adım gibi emindim. Sebze reyonuna geldiğimizde ben domatesleri, babam da domateslerin hemen yanındaki kasaya dizilmiş olan patatesleri seçmeye başlamıştı.

"Eğlenceli olacağını düşünüyorum," dedi ısrarla. "Michael, okul, ev ve Doğu yaka dışında bir yer ve birkaç insan görmüş olursun."

"Michael ve sizden başka birine ihtiyacım yok zaten."

"Ne demek istediğimi anladın Devon."

Anlamıştım da. Kendi söylediğimin yalan olduğunu da biliyordum. Son zamanlarda hayatımda edindiğin pek çok değişiklik vardı ve ihtiyacım olduğunu düşündüğüm insanlar listesine yeni isimlerin eklenmeye başladığını hissedebiliyordum. Fakat tabii ki, bu hissettiğimden babamın veya da annemin haberdar olmasına gerek yoktu. Zaten bakıcılık yapma fikrime son senemde sıcak bakmayan babam bir de bakıcılık yaptığım bebeğin dayısıyla bir şeyler yaşıyor olduğumu öğrenirse yaşayacağı paniği hayal bile edemiyordum.

Muhtemelen ilk başta bisikletimi alırdı.

Domatesleri seçip annemin istediği kadarını tarttıktan sonra alışveriş arabasının içine bıraktım. "Beni iyi hissettirmeye çalıştığını anlıyorum ama sizinle aramda bir sorun yok." dedim sesimin rahat çıkmasına özen göstermeye çalışarak. "Gitmek zorunda değiliz."

"Hayır," patatesleri poşete doldurmayı bırakıp benimle göz göze geldi. "Yani, gitmek zorundayız çünkü sen Romeo ve Juliet'i seversin. Hepimiz biraz kafa dağıtmış oluruz. Ailecek bir şeyler yapmayalı uzun zaman oluyor."

Başımı sallayarak babamı yanıtladım. Avucumu alışveriş arabasına yaslarken babamın patatesleri poşete yerleştirmesini seyrettim.

"Sen okula ve Dawn'a adapte oldun, annenin dernekle ve benim de bölümle başım belada. Buna ihtiyacımız var."

"Umarım haftasonuna almışsındır." dedim yavaşça. "Sadece iki gün Doğu yakada değilim çünkü."

Babam gülümsedi. Patatesleri tartmaya bile gerek duymadan alışveriş arabasına atıp benimle birlikte reyonların arasından yürümeye devam etti.

"İşlerim yoğun olmuş olabilir ama bu seni unuttuğum anlamına gelmiyor."

Minnettar bir şekilde gülümsemekten başka bir şey yapamadım. Kahvaltıdaki o zorlu meslek seçimi konuşmasını yaptıktan sonra aramızdaki şeyler bir daha eskisi gibi olmayacak diye açıkçası birazcık korkmuştum. Her ne kadar gerçekleri o şekilde yüzüme çarptığı için bir miktar kırgınlığım olmuş olsa da, babamla aramın kötü olması bu hayatta belki de isteyeceğim en son şeydi. Herkese ailesi mükemmel görünürdü ama söz konusu benim anne ve babama gelince iş çok farklı oluyordu. Tek çocuk olduğumdan dolayı belki de bilemiyordum ama, hepimiz eve döndüğümüzde odak noktaları ben oluyordum.

Bu bazen kötü, bazen de iyi hissettiren bir şeydi. İyi hissettirdiği kısmını yıllarca bencillik gibi tanımlamıştım ama; evdeyken vakit geçirebileceğim bir kardeşim daha olmadığı için sürekli annem ya da babamın peşinde dolaşırdım. Onlar da benim peşimde dolaşırlardı aynı şekilde. Eski düzenimize ufak bir sarsılmadan sonra geri dönüyor olmamız iyi hissettirmişti.

Babamla aldıklarımızı ödemek için kasaya gittik. Satın aldıklarımızın bir kısmını babamdan arabanın anahtarını alarak bagaja yerleştirmek için önden çıktım. Arabaya doğru gidip bagajı açtım.

Yerden dolu poşetleri alıp babamın haftasonu düzeltmiş olduğu izlenimini aldığım temiz bagaja bir sonraki gelecek poşetler için de yer bırakmaya çalışarak özenle yerleştirirken, yan taraftaki araba bana çok tanıdık geldi. Poşetleri yerleştirmeyi bırakıp sadece arabaya odaklandığımda, plakasının Calum'ın arabasının plakası olduğunu hemen anladım.

Yerimde çok az kıpırdayarak içinde olup olmadığına bakmaya çalıştığımdaysa, kendilerini kaybetmiş bir şekilde Etna ile öpüştüklerini gördüm. Calum, sürücü koltuğunda oturuyordu ve Etna da onun hemen kucağındaydı. Gömleğinin birkaç düğmesi açıktı, parmakları Calum'ın saçlarının arasındaydı. Sanki dünyada onlardan başka hiç kimse yokmuş gibi birbirlerini öpüyorlardı.

O anda boğazımın ortasında oluşan rahatsız edici yumruyu tarif edebilmemin imkanı yoktu. Luke'u Marion'la öpüşürken gördüğümde de kötü hissetmiştim. Fakat şimdi tanıklık ettiğim manzara canımı çok daha fazla yakıyordu. Kendimi bir de bunun için azarlamaya başladım.

Zorlukta yutkunduğumda elimde tutunabildiğim ilk yerden destek almaya çalıştım. Aklıma hemen bana söylediği onca söz geldi. Etna'da değil de bende huzur bulduğunu söylemesi, benim uzun zamandır farkında olduğumu iddia etmesi, beni çok daha önce tanımayı dilediğini, yanımda hata gibi hissetmediğini itiraf etmesi... hatırlayamadığım daha onca şey vardı belki de.

Şimdi onları böyle gördükçe derinlerde bir yerde, içimdeki bazı şeylerin canımı almak istercesine yandığını hissediyordum. Burnumda rahatsız edici bir sızı oluştu. Ve o sızıyı takip eden gözlerimdeki yakıcı his, onu da takip eden görüş açımın hızla bulanıklaşması, yanaklarıma sıcak sıcak dökülen yaşlar...

İğrenç hissediyordum. Neden sürekli bu karşılaştırmayı yaptığımı bile anlamıyordum ama, bu Luke'un üzerimde yaratmış olduğu hiçbir kalp kırıklığıyla kıyaslanamıyordu. Beni güzel hissettirmek istediğini söylemişti. Ama Etna'yı öyle öptüğünü görmüştüm bir kere, daha nasıl güzel hissedebilirdim ki?

Veya... hissetmeli miydim ki? Gerçekten Calum'ın bana güzel olduğumu hissettirmesine ihtiyacım var mıydı? Olmaması gerektiğini bilmeme rağmen içimde yaşadığım bunca kırıklık, can sıkıcı olan bunca duygu karmaşası nasıl öylece ruhumun derinliklerinden yükselip gelmişti?

Babam arkamdan geldiğinde bana seslendi. Aceleyle irkilip elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Burnumu çekip kalan poşetleri yerleştirmeye başladığımda, arabasının açıkta kalan camından babamın adımı seslendiğini duydular. Calum duraksadığında Etna onu öpmek için devam etmeye çalışsa bile, Calum başını çevirip sesin geldiği yeri takip etti.

Ve gözleri benimle buluştu.

Sertçe yutkunup göz temasımızı bozdum. Ağladığımı anlamış gibi gözlerinin endişeyle parlayarak üzerimde göz temasımız boyunca dolaştığını fark ettiğimde, içim daha fena burkuldu. Babam tepemde bir şeyler söylüyordu ama ne dediği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Odaklandığım tek şey, kalbimden başlayarak bütün göğüs kafesim boyunca yayılan o yakıcı histi. Beni acımasızca boğuyordu.

Onlarla nasıl karşılaştığımızı şimdi anladım. Alışveriş yaptığımız market Etna'nın babasınındı. Kasabanın her tarafında yaydıkları market zincirleri vardı. Muhtemelen buraya babasını görmeye gelmişti ve Calum da okul çıkışı onu buraya bırakmıştı. Beni görebilecekleri akıllarının ucundan bile geçmemişti.

"Devon?" dedi babam endişeli bir sesle. "Ne dediğimi duyuyor musun?"

Calum ve Etna'nın anlamadığım bir şeyler konuştuklarını duyuyordum ama kelimelerini net olarak seçemiyordum. Gerçi babam dibimde duruyordu ama onun da söylediklerini anlamamıştım. Başımı iki yana sallayıp arabaya geçtim.

Her şeyin dibe battığını hissederek koltuğuma sindim. Anlamadığım tek kısım; her şeyi ben mi batırmıştım yoksa bir şeyler zaten batmıştı da beni de beraberinde mi dibe çekiyordu?

Gece boyunca kafamı kurcalayabilecek o soruyu şimdiden düşünmeye başlayarak babamın arabayı çalıştırmasını bekledim.

He(art) || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin