"Gerçekten öpüştünüz mü?"
Michael'a gözlerimi belerterek bakmak zorunda kaldım. Çünkü o kadar yüksek sesle bir tepki vermişti ki, koridordaki birkaç kişinin benim 'biriyle' öpüşmem ve Michael'ın buna verdiği tuhaf tepki dikkatlerini çekmişti. Susmasını bakışlarımla belli ederken Michael pişmanlıkla dudaklarını birbirine bastırdı. Omzunu mavi okul dolaplarına yaslarken ses tonuna biraz daha dikkat etti.
"Özür dilerim," diye mırıldandı. "Ama Calum Hood'un evine geldiğini öğrendiğimde hala duymayı beklediğim şey ikinizin öpüşmesi değildi."
"Ben de beklemiyordum. Bir anda oldu."
"Ve?"
"Ve kendimi tutamadım."
Michael gözlerini devirdi. Benim aksime o, Etnaların grubuna karşı epey nötrdü. Ama benimle arkadaş olduğu için tabii ki de gidip Etna ile konuşmuyordu. Gerçi okuldaki kimsenin bizimle konuştuğunu söyleyemezdim. Calum'ın daha önce ifade ettiği kadar vardı. Gerçekten görünmezdik. Hala kızlar tuvaletine gittiğimde beni ilk defa gördüğünü söyleyen en az iki kız bulabilirdim.
Hem de kolaylıkla.
"Tanrı aşkına! Neden sadece sikik bir Monopoly falan oynamadınız ki?"
"Dalga mı geçiyorsun Michael?" dedim hayretler içinde. "Gerçekten tek sorun bu mu? Monopoly oynamamış olmamız mı yani?"
"Farkında mısın bilmiyorum ama unuttuysan hatırlatayım." daha ciddi bir görünüme büründü. "Merhaba, sen Devon Parker'sın, Luke Hemmmings'ten hoşlanırsın. Merhaba, o Calum Hood. Etna Stewart'ın sevgilisi."
Michael'ın söyledikleri suratıma bir tokat gibi çarpan gerçeklerden başka hiçbir şey değildi. Zaten onunla öpüşürken bunun yanlış olduğunu ve yapmamamız gerektiğini ikimizin de bildiğine emindim. Ama bizi, gerçekleri bildiğimiz halde bundan alıkoyamayan şeyi sadece aklım almıyordu. Kafam çok karışıktı. Duygularım da öyle. Ne hissetmem ve ne düşünmem gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bütün bir haftasonunu ders çalışmaya çalışarak, ama çoğunlukla hemen karşımdaki duvara bakıp onu düşünerek geçirmiştim. O sabaha karşı yaptığımız son konuşmaydı. Bir daha bana mesaj atmamıştı.
"Luke'tan hoşlanmıyor musun artık?"
"Hayır!" dedim aniden. "Hayır, tabii ki hoşlanıyorum."
Michael elleriyle yüzünü örttü. Sinirle inlerken "O zaman neden Calum'la öpüştün Devon anlamıyorum ki-" derken karnına dirseğimi geçirdim.
"Mikrofona ihtiyacın var mı bunu söylerken?"
"Hayır bak, gerçekten çok... mantıksız. Anlıyor musun? Sana söylediği tüm o huzur zırvalıkları, sana bakıyorum ama sen görmüyorsun saçmalıkları ve bu yakın temas gerçekten çok mantıksız."
Kirpiklerimi kırpıştırarak Michael'ı seyretmeye devam ediyordum. Dolabımda kitaplarımı karıştırma işlemime bir son vermiştim. Artık tüm dikkatim en yakın arkadaşımda ve onun durumumuzla ilgili haklı eleştirilerindeydi.
Zaten mantıksız gözüktüğünü biliyordum. Ama birinden bunu yüksek sesle duymak beni daha fazla sarsmıştı. Elimden gelenin en iyisini yapmak zorundaydım fakat bu durumda elimden en iyi ne gelebilirdi ki? Calum'ı görmezden gelmek mi? Asıl saçma olan bu olurdu. Her şeyden önce ben onun yeğeninin bakıcısıydım. Haftanın birkaç günü eğer Mali'ye gelirse beni görmek zorunda kalacaktı. Eh, bunun haricinde birbirimizi zaten okulda görüyorduk.
Yani bu kadar koşulun arasında onu görmezden gelmek pek imkanlı gibi durmuyordu.
"Ne yapmam gerekiyor?" dedim üzgün bir ses tonuyla Michael'a. "Her şey daha fazla berbat olmamalı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He(art) || hood
FanfictionSenin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.