"Yemin ederim o orospu çocuğunu–"
"Tanrım!"
Gözlerimi devirdim. Arabanın koltuğunda gergin bir şekilde oturmaya devam ederken dizlerimi kendime çekip, başımı onlara yasladım. Kollarımı bacaklarıma dolayıp ona bakmayı reddederken şu can sıkıcı konuşma artık bir an önce bitsin diye içten içe dua ediyordum. Ama sanki ben sürekli Calum'ı susturmaya çalıştıkça daha çok konuşuyor, daha da çok bağırıyordu. Üstelik yaklaşık yirmi iki dakikadır bu arabanın içindeysek, sanırım üç buçuk saniyesinde falan benim konuşmama izin vermişti.
O da arabanın kapısını açıp binerken, popom koltukla buluşur buluşmaz ellerimi suçluymuşum gibi havaya kaldırıp "Açıklayabilirim." dememdi. Kalan bütün sözlerimi şiddetli bağırışlarıyla yarıda kesip durmuştu.
Dawn'ı geri aldığımız için mutlu olduğunu biliyordum. Ama şu anda odaklandığı tek şey, nefret ettiği birinin yardımını ondan habersiz bir şekilde kabul ederek bu işi halletmiş olmamdı. Ve tabii ki olayın tüm detaylarını benden geç almasıydı.
Hah. Unutuyordum, bir de Dawn'ı almamıza yardım eden ve neredeyse tüm suçu omuzlarına yüklenen kişinin Luke Hemmings olmasıydı.
"Adamdaki cüretkârlığa bak." gözlerini devirip alaycı bir kısa gülümseme takınırken oturduğu yerde bana döndü. "Bir de seni öptü, öyle mi? Resmen 'Gel ve beni öldüresiye döv' diye bağırıyor!"
"Calum–"
"Sen de bana onu savunup durmasan mı artık?"
"Savunmuyorum!" sesimi yükseltmekten ses tellerimin acıdığını hissedebiliyordum. Yutkunurken yüzümü buruşturdum. "Sadece... senin yeğenini geri almamıza yardımcı oldu. Bu basit bir lise draması değil, senin ailenden biri söz konusu. Şu an Dawn evde ve sen kabul etsen de etmesen de bu Luke sayesinde oldu. Çocuk gibi davranma lütfen."
"Sikeyim, çocuk gibi davranmıyorum!" geçen sefer arabada yaptığımız tartışmada olduğu gibi bir anlık öfke dalgasının esiri olup rastgele bir refleksle elini direksiyona geçirdi. Yerimde irkilirken aklımdan ona ne yaparsam sakinleşmesine yardımcı olabilirim diye düşünmeye çalışıyordum ama o kadar sinirliydi ki, ondan etkilenip benim de beyin fonksiyonlarım yavaşlamıştı resmen. Aptal gibi suratına bakarken sabahı edebilirdim belki de.
Beni korkuttuğunu fark ettiğinde bir süre sadece duraksadı. Derin derin ve sık sık nefesler alırken kendisini frenlemeye çalıştığını görebiliyordum ki bunu ne kadar çabuk yaparsa Calum'a o kadar minnettar olacağımı fark etmem uzun sürmedi. Babam ya da annemden birinin odamda beni kontrol etme içgüdüleri tutarsa ve burada, kapının önünde Calum'ın arabasında şuursuzca tartıştığımızı görürlerse ikimiz için de sonucu hoş olan şeyler gerçekleşmezdi.
"Tamam... bak, sadece, siktir!" parmakları hızlı bir şekilde saçlarının arasından kayarken gözlerimin içine bakamayacak kadar öfkeliydi. "Sana dokunmuş olması fikri beni delirtiyor. Benim yapamadığımı onun yapmış olduğu düşüncesi de. Ve senin ona güvenmen de."
"Ne yani? İş birliği için sırf Luke'a güvendim diye bu bir daha sana güvenmeyecek olduğum anlamına mı geliyor?"
"Hayır ama sadece bana bunu yaptığın için senden nefret ediyorum!"
Dudaklarım hayretler içinde kalmış olmanın verdiği tepkisizlikle aralanırken, hiçbir şey söyleyemedim. Bu, belki de bu zamana kadar benimle ilgili söylediklerinin en ağırıydı.
Benden nefret ettiğini söylemesi yani.
Beynim ne söylediğini algılamaya başladıkça bunun etkisini kalbimde hissedebiliyordum. Küçük çocukların onlara acımasızca davranmaları yüzünden kanatları acılar içinde çırpınan bir kuş kadar zayıf düşmüştü birden bire. Düşmanıyla iş birliği yaptım diye canımı yakmak için mi söylemişti, gerçekten benden nefret ediyor olduğu için mi yoksa anlık sinirinin etkilerine kapılıp da dudaklarından dökülen bir cümle miydi bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He(art) || hood
FanfictionSenin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.