Dünya gerçekten de adaletsiz bir yerdi.
Dawn'ın babasının nasıl bir adam olduğunu bilmiyordum. Mali bana kendisi ve oğlu için doğru olmayan bir insan olduğunu ve bunun farkına geç vardığı için üzüldüğünü söylemişti sadece. Annemden de bu konu hakkında fazla bir şey öğrenememiştim. Sadece Mali'yi üzdüğü kadarını biliyordu ve bana da o kadarını söylemişti. Belki bu tarz konuları Mali ile konuşmak veya da ona sormak çok daha kolaydı. Fakat Calum'a bunu soramazdım. Bu konu onu çok geriyordu ki, böyle olmasına epey hakkı vardı.
Babam beni Calum'ın evine getirdiğinde nasıl bir manzara ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Annemin külüstürü evin önünde duruyordu, Calum'ın arabası da öyle. Üstelik buraya gelmiştim ama, manevi açıdan nasıl bir teselli verebilirdim ki? Oğlunu sınırlı vakitlerle görebilecek bir anneye benim ne tür bir yardımım dokunabilirdi?
Babam endişemi hissetmiş gibiydi. Ama... kim hissetmezdi ki? Dawn'ın gittiğini öğrendiğim andan itibaren bütün bedenim adeta taş kesilmişti. Benim için çok özel bir bebekti, onunla çok farklı bir bağ kurmuştum. Mali'nin oğlu ya da Calum'ın yeğeni olmasıyla bir ilgisi yoktu. Dawn'a hiç azımsanamayacak ölçüde bağlanmıştım. Tuhaf bir şekilde Dawn'ın da bana bağlandığını hissediyordum. Calum'la aramızda problemler olduğu zamanlarda Doğu yakaya gitmek istemediğim vakitler olmuştu. Bu zamanlarda Dawn'ın Mali'yi ne kadar zorladığını duyuyordum. Her ne kadar o çocuğun hayatında bir bakıcı olarak yer alsam da, günün belirli saatlerini benimle birlikte geçirmeye alışmıştı.
Babama teşekkür edip arabadan indim. Ne tuhaf ki arabadan inene kadar Calum'ın verandanın merdivenlerinde yalnız başına oturup sigara paketiyle bir alıp veremediği varmış gibi hepsini bitirmeye çalışırkenki manzarasıyla buldum.
En azından onunla konuşmak, Mali ile konuşmaktan daha kolay olurdu.
Babam beni bıraktığında daha fazla beklemeden eve geri dönen yolu tuttu. Nasıl olsa annemle dönebilirdim. Belki de dönmezdim. Calum'la bekleyebilirdim.
Geldiğimi gördüğünde yüzündeki tuhaf ifadeyi belli etmekten çekinmeyi bırakmıştı. Ellerimi kalın kapüşonlumun ceplerine yerleştirip sessizce yanına ilerledim. Yanına yürüdüğüm, verandanın tahta merdivenlerinde yanına oturduğum süre boyunca gözlerime bakmadı. İlk dakikalar sadece... bekledik. Sessizce. İçeride Mali'nin geçirdiği sinir krizlerini duyabiliyordum. Eminim beni görse daha çok ağlardı. Bu iki ailede de beni gören herkes Dawn'la aramda kurduğum bağı hatırlıyordu.
Calum başını eğdi. İri burnundan sigarasının dumanları usulca salınırken dudaklarını ıslattı. Uzun uzun nefesler eşliğinde o zehiri tüketiyordu. Ben de hiçbir şey... söyleyemiyordum. Üzgün olduğumu söylesem veya saçma sapan bir şekilde geçeceğini söylesem ne işimize yarardı ki? Bu hepimiz için zor bir durumdu.
Dizini kırıp birini kendisine doğru çekerken, diğerini düz bir şekilde uzattı. Kendisine çektiği dizine dirseğini yaslayıp sigarasını içmeye devam ediyordu.
"Annenle mi konuştun?"
Sonunda bu sessizliği bölmesine içten içe sevinmiştim. Çünkü dayanılmaz boyutlara erişiyordu ve bununla nasıl başa çıkılır bilmiyordum. Ona yardımcı olma isteğiyle deliler gibi yanıp tutuşurken bir yandan da elimden hiçbir şeyin gelmiyor oluşu beni öfke nöbetlerine sürüklüyordu.
Başımı iki yana salladım. Konuşacağım sırada sesimin boğuk çıkacağını hissettiğimden aceleyle genzimi temizledim.
"Babamla annem konuşabilmiş, ben de babamdan öğrendim. Öğrenir öğrenmez de geldim."
"Keşke gelmeseydin," dedi Calum omuz silkerek. "Burada yapılabilecek bir şey yok."
Koluna uzandım. Ben neredeyse soğuktan donacaktım ama onun üstünde sadece bir tane kazak vardı. Onun da kollarını dirseklerinin çok az aşağısına kadar sıvamıştı. Kazağının açıkta bıraktığı tenine dokundum. Teni nasıl oluyordu da bu soğuğu bire bir tadıyor olmasına rağmen bu kadar sıcak kalmayı başarabiliyordu hiç anlamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
He(art) || hood
FanfictionSenin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.