10. GÜN: "KÜL"

173 14 6
                                    

Günün Şarkısı: Onur Atmaca 🎤 Aramayın Sormayın

10. GÜN: "KÜL"

***

"Külü bile yakıyor, Ateş'inden kurtulsam.
Her kalbin işi değil, keşke ben de unutsam."

Şubat'ın 1'i

Merhaba defter,

Karlar eridi, yağmurlar sayesinde. Kaç gündür şakır şakır yağıyor zaten. Olsun, ben çok severim yağmuru. Akan her bir damla, gökyüzünden değil de yüreğimin kör penceresinden akarmış gibi hissederim çünkü. Üzülme benim için defterim, acıma bana. Evet ben iki meleğimi de kaybettim, ikisini de o kapkara toprağa verdim. İkisi de küçüktü, ikisi de hak etmiyordu orayı. Ama bazı şeylerde takdir-i İlah'i demek iyi geliyordu insana, güvende hissediyordum. Onların acısı kabuk bağlayalı çok olmuştu, boğazımdaki yumruydu onların bana emaneti. Melek öleli on yıl dolacaktı birkaç ay sonra, dile kolay; on yıl. Gel bir de bana sor, nasıl on yıl? İlk zamanlar çocuktum, acısı yeni yeni oturuyordu yüreğime. Tam iyileştim dediğim anda Türkü de gitmişti, yeniden eski ruhsuz hâlime dönerdim belki, dostlarım olmasaydı. Şimdi yine kendime gelmişken Ateş, yakıyordu yüreğimi. Ama bu öyle bir yangındı ki, kendinden önce yahut sonra ne varsa yakıp yıkıyordu. Benden geriye bir avuç kül kalıyordu, bir zaman sonra külüm havaya savrulup yeniden alev alıyordu. Bu... Öyle bir yangındı işte.

Başımı soğuk fayansa dayadım, içimden geçenleri bilse ne tepki verirdi acaba? Kızardı galiba, neticede Rüzgar onun en yakın arkadaşıydı. Lakin o bilmiyordu ki ben onu Rüzgar'dan çok önce, bundan neredeyse dokuz yıl önce sevmiştim. Ben Melek'in acısını bile onunla bir nebze olsun dindirmiştim. Onu sevmiştim, onun sayesinde hayata dönmüş sayılırdım.

Yüzüme çarpan sıcak buharla biraz daha mayıştım küvetin içinde. Pembe fayanslara yüz buruşturarak baktım, sevmezdim pembeyi. Melek giyerdi bu rengi. Pembe kabarık eteği ve beyaz badisi kalmıştı kıyafetlerinden geriye. O eteği çok sever, hep giymek isterdi. Gözümden akan yaşlar, banyonun buharına karıştı. Sürekli ağlar olmuştum bu aralar, sana anlatırken yaralarımı deşiyordum o yüzden sanırım defter. Anlattıkça ağlıyor, ağladıkça hatırlıyordum. Mesela... Küçük kız kardeşimin kıvırcık sarı saçlarını, annem ve bana benzeyen gece gibi lacivert gözlerini. Mis gibi kokusunu, hani bebekler cennet kokar ya, o koku işte. Pati pati yürüyüşünü, düşecekken peltek ağzıyla, "Emiy ağabey!" diye bağırışlarını. Ağabeyim genç bir delikanlı olma yolundaydı o zamanlar, muhtemelen on üç yaşlarında falan. Melek ve bana çok düşkündü. Ağabeyim olmasa, nasıl kendime gelirdim bilmem. İyi ki vardı. O hiç bilmeyecek bile olsa, benim bu hayattaki tek 'iyi ki'mdi.

Bir damla yaş, sabuna karışıp gözümü yaktı. Saçımı bir kez daha şampuan ile köpürtüp durulanarak çıktım küvetten. Askıdan turuncu kısa havluyu alıp üşüyen bedenime sardım, diğer küçük turuncu havlu ile ise saçlarımı sardım. Saçlarım çok uzun olduğu için, havluya sığmamıştı. Su damlaları şıpır şıpır yere damlıyordu ama umursamadım. Dedem beni görmeden odama geçsem iyi olurdu, kıyafetlerimi yanıma almamıştım çünkü. Aslında odadaki banyoda da yıkanabilirdim ama küvette yıkanmayı seviyordum. Banyonun kapısı gıcırdayarak açıldı. Yerler daha fazla ıslanmasın diye çabuk çabuk odama koştum. İki kapaklı dolabı açıp bir süre ne giysem diye bakındım. En sonunda dar paça, kot pantolon ile dökümlü fıstık yeşili bir kazak giydim. Bu kazağı bana anneannem örmüştü ve çok yumuş yumuştu. Aşağı inip nineme ev işlerinde yardım ettim. Dedem de o sırada eve giriyordu. "Oo," dedim şirin bir sesle. "Ağam, hoş geldunuz."

ASYA'NIN AYNASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin