Günün Şarkısı: Sergülüm 🎤 Her Sözüm Sen
24. GÜN: "YOLDAŞ"
***
"Hâlâ sızlatıyor adın, hâlâ yaralıyım.
Yaktın yanıyorum hâlâ, hiç sönmedim."Ekim'in 18'i
Merhaba defter,
Yemyeşil vadilerin sırtlarından kendini gösteren kızıl ışıklara sahip güneş değildi beni yeni sabaha kaldıran. İnsan sağlığını tehdit eden yükseklikte bir desibelden çıkmış çığlıktı gözlerimi açmama sebep olan.
"Şunların yaptığına bir bakın!" diye bir çığlık avaz avaz doldurdu boş araziyi. "Hasta olacakları hiç akıllarına gelmiyor galiba!"
"Beş dakika daha," diye fısıldayıp yastığıma sıkıca sarılıp uykuma dönmeye gayret ettim. Ama o çığırtkan ses, sanırım orta kulak iltihabı olmamı falan istiyordu. Yoksa kulağımın dibinde avaz avaz bağırmasının başka hiçbir açıklaması olamazdı.
"Kalk Asya!" diye cırladı kulağıma kulağıma. "Aklını peynir ekmekle mi yedin, bu havada dışarda uyumak da ne demek?"
Zift dökülmüş gibi açılmamacasına kapanmış göz kapaklarımı açıp ne oluyor diye bir baktım. Beyza gelip tepeme dikilmiş, bir anne edâsıyla beni kaldırmaya çalışıyordu. Her ne kadar gözüm açıksa da beynimin frontal lobu, düşünce kısmı, hâlâ daha uykudaydı.
"Beş dakika daha," dedim tekrar. "Çok uykum var, biraz daha uyuyayım ne olursun."
"Sana uyuma diyen yok ki," dedi ve tek seferde kolumdan tutup kaldırdı beni. "Yatağına yat diyorum sadece. Niye burada açıkta uyudunuz?"
Uyuduk? Başımı metal müzik yapan bir grubun bateristi gibi iki yana sallayarak kalktığım yere baktım. Hamaktaydım, Ateş de yanımdaydı. Dün gecenin görüntüleri zuhur etti birer birer aklıma. Doğru ya, burada uyuyalım diyen o gerizekalı bendim.
Ateş de sesleri duymuş olacak ki gözlerini açtı. Ama onun ayılması benimkinden çok daha seri, çok daha atik olmuştu. Gerçi, benim ayılıp ayılmadığım da muallakta kalmış bir konuydu.
"Günaydın," dedi üzerindeki yorganı kenara atarak. Yarı açılmış beynimle hatırladığıma göre, dün dışarıya çıktığımda üzerime yalnızca kırmızı bir battaniye almıştım. Yorgan aldığımı anımsamıyordum. Demek ki Ateş bir ara uyanıp içerden almıştı bunu.
"Günaydın," dedim, uykudan mahmur bir ifadeye bürünmüş, günahkâr büyüklerin tek sevabı gibi duran masum yüzüne baktım. Öfkeden gözü karardığı zamanlarda insana ürperti veren bu adam, bazı anlarda ise küçük bir oğlan çocuğuna dönüşüyordu. Buna akıl sır erdiremiyordum.
"Haydi gelin uykucular," dedi Beyza eve doğru yönelerek. "Kahvaltı yapalım da, etrafı gezelim."
Yavaşça kalktım hamaktan. Toka çözülmüş, saçlarım salınmıştı. Eğilip hamağın altındaki yeşil çimenlerin üzerinde parlayan siyah lastik tokayı alıp tepemde atkuyruğu yaptım saçımı yeniden.
"İyi uyuyabildin mi, rahatsız ettim mi seni?" diye sordum Ateş'e dönerek. Oturduğu yerden benim hareketlerimi izliyordu.
"Hamak küçük zaten, hareket alanın sınırlıydı," Ayağa kalkıp karşıma dikildi. Uzun boyu yüzünden başımı kaldırıp bakmak zorunda kalmıştım. "Sanırım benimle uyumaya alışmaya başladın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomanceO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19