Bölüm Şarkısı: Aydilge 🎤 Sorma
5. GÜN: "VAZGEÇMEK"
***
"Bu yangın beni öldürüyor yavaş yavaş.
Kor kor ateşler yanıyor içimde.
Aşkı beni kül ediyor."Kasım'ın 26'sı
Merhaba defter,
Zaman sende nasıl ilerliyor? Hızlı mı, yoksa azap çektirircesine yavaş mı? Acıyı hissedebiliyor musun? Peki ya sevinci, aşkı?
Ben hissetmiyorum da, ondan soruyorum.
Fazla mı duygusal bir insanım bilmiyorum ama kendimi o kadar umutsuz hissediyorum ki. Yani depresyondaki bir insan gibi değil de, o gelince aklıma içimi bir hüzün kaplıyor. Ama sürekli değil. Sen beni hep melankolik bir kız olarak biliyorsun defter çünkü ben hep kendimi kırgın hissettiğim zaman geliyorum senin yanına. Bu yüzden sana hayattan zevk almayı bilen, ufak tefek üzüntülerini çok büyük kederlermiş gibi gören bir kız gibi görünebilirim. Ama öyle değil, gerçekten değil.
Hayat insanın karşısına bir şeyler çıkarıyor. Ben de kendi karşıma çıkanları yaşıyorum işte hepsi bu. Sen benim hislerimi paylaştığım dostumsun be defter. Sana gündelik hayattaki kötü olayları niye anlatayım ki? Savaşları, siyaseti, bir hiç uğruna ölen çocukları? Bunları benim anlatmama gerek yok ki. Benim sana anlatmam sadece biraz daha üzülmeme neden olur. Yapabileceğim tek şey daha güzel bir dünya için dua etmek. Ben bu yüzden doktor olmak istiyorum, biraz olsun ucundan yakalayabilmek için hayatı. Elim kolum bağlı oturmamak için.
Bak konu nereden nereye geldi yine. Neyse işte bu da benim. Kendime merhem bulamam, bari başkasına merhem olayım. Hayat felsefem budur. Bu yüzden Rüzgar ile birlikteyim. Geçen gün barıştık onunla da. Hayatım gayet tekdüze ilerliyor. Sabah okul, sonra kurs, sonra ders. Klasik öğrenci hayatı işte. Rüzgar ile gayet iki arkadaş gibiyiz. Yani o bana yaklaşmak istese de ben hep biraz geri duruyordum. Çünkü engel olamıyordum kalbime, onu ne zaman görsem üzerimde hâlâ aynı etkiyi bırakıyordu. Aşkının Ateş'ini bırakıp gidiyor.
Ağabeyim eve gelmişti, sağlığı da oldukça iyiydi. Onun iyi olduğunu görmek beni de iyi ediyordu. Eğer ona bir şey olsaydı, ben yeniden ben olabilir miydim, hiç emin değildim. O benim için çok değerliydi, çok.
Saat altı buçuğu geçince hazırlanmak için ayağa kalktım. Hava artık iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. Bu yüzden okul gömleğini giyip kravatı taktıktan sonra üzerime kravatın laciverti ile aynı renk olan kalın 'v' yaka kazağı giydim. Eteğimin altına da siyah opak külotlu çorap giydim çünkü kış gelmeye başlamıştı. Bunca derdin, sıkıntının arasında bir de üşütüp hasta olmak istemiyordum. Deniz mavisi trençkotumun cebine bozuk para ve kulaklığımı atıp çıktım odamdan. Annemler mutfakta kahvaltı ediyorlardı.
"Günaydın!" diyerek girdim mutfağa. Kendimi mutlu hissediyordum bugün. Çünkü hayat her şeye rağmen yaşanmaya değerdi. Sevdiklerim sağlıklıydı ya bana yetiyordu. Babam usul usul kahvaltısını ediyordu. Ağabeyim gazi olduğundan beri onda bir gariplik vardı. Sanki her an kötü bir haber alacakmış gibiydi. Üzülüyordum onun için. Aslında haklıydı defter, neticede oğlunun şehit olduğunu düşünmüştü. Onun hastaneye nasıl koşa koşa geldiğini ömrüm boyunca unutamazdım. Babam güvenlik görevlisiydi. O yüzden de hastaneye gelememişti çünkü gece vardiyasındaydı. Haberi olduğu zaman da sabah olmuştu. Onun korkudan kocaman olmuş yeşil gözleri, titreyen elleri evlat acısının ne korkunç bir şey olduğunu anlatmaya yetmişti. O günden beri de annem de babam da hepimizin üstüne titriyordu. Gidip babamın yanağına bir öpücük kondurdum. Babama karşı hep biraz mesafeli olduğumdan bu hareketim onu şaşırtmıştı. Aslında ne yalan söyleyeyim ben de şaşırmıştım. "Hayırdır kız, ölecek miyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomansaO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19