17.GÜN: "GAMZE"

138 13 3
                                    

Günün Şarkısı: Gripin 🎤 Dalgalandım Da Duruldum

17. GÜN: "GAMZE"

***

"Yaktın, yıktın, kül ettin, erittin beni.
Mecnun'a döndürdün, mahvettin beni.
Aşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni."

Ekim'in 2'si

Merhaba defter,

Hayat süregelen bir döngüdür, derler. Ben bir şeyler düşünürken başımdan geçen bütün bu döngüye hayat diyor insanlar. Hayat, aslında bir göz kırpımı kadar kısa bir süre, biz çok uzun zannediyoruz hepsi bu. İnsanoğlu böyledir ama, kendini hep kudretli ve kıymetli görür. Aslında birer hemster gibiyiz, sadece bizim içinde dönüp durduğumuz çark daha büyük. Adına da dünya deniyor.

Tırnaklarıma yeniden sürdüğüm bordo ojeye baktım. Bu aralar fazlasıyla hoşuma giden bir renkti bordo. Bordo, gizem demekti aslında. Biraz da huzursuzluk. Hasret ve hicran. İşte bu son dönemlerdeki en klasik ruh hâlim.

Üzerime giydiğim kısa kalem elbiseyi beğeni ile süzdüm. Beyza'dan aldığım bu bordo elbise üzerimde gayet hoş duruyordu bence. Sadece Beyza benden yedi sekiz santimetre kısa olduğu için benim üzerimde biraz daha mini durmuştu. Dizlerimden bir karış yukarıda olsa gerekti. Altına giydiğim altın rengi ince topuklu ayakkabılarla gayet şık olduğum kanısındayım. Saçlarımı sımsıkı bir atkuyruğu yaptıktan sonra, gözlerime buğulu siyah tonlarında bir makyaj yaptım.

Nereye mi gidiyordum?

Bara. Hayatım boyunca hep muhafazakâr bir insan olmuştum. Benim kanaatimce tartışmaya açık bir kavramdı elbette muhafazakârlık. İnançlarım sağlamdı, bağlılığım da keza öyle. Ateş'in tabiriyle; inanmasaydım yaşayamazdım.

Fakat inandığım şeyin gerektirdiklerini yapmak konusunda zayıftım. Teoride herkese meydan okusam da pratikte hep geride kalıyordum. Bu da böyle bir şeydi sanırım. İkircikli bir insandım yani. Mesela bara giderdim ama içki içmezdim. Bu bir yerde vicdan muhasebesiydi benim için.

Ha sorsan bara gitmek benim fikrim miydi, diye? Elbette hayır. Ben sadece dersleriyle, TUS'u düşünen sıradan bir tıp fakültesi öğrencisiydim. Ama arkadaş çevrem benim gibi değildi.

Beyza, fizyoterapi okuyordu; Zühal ise mimarlık. Burçak bizim okulda hemşirelik okuyordu. Hepsinin mesleği benimkine göre biraz daha rahattı. En azından fakülte bitince girecekleri devasa bir sınav yoktu. Bu yüzden gezmek, eğlenmek bana çok uzak kavramlardı. Ki zaten benim için eğlenmek: pijamaları giyip elimde mısır tabağı ile bir filmin başına geçmekten ibaretti. Ama dostlarım pek öyle tipler değildi. Ya da... Sadece o ortamları merak ediyorlardı. Açıkçası ben de merak etmiyor değildim. Acaba filmlerdeki gibi miydi?

"Kızlar, haydi gidelim. Hâlâ hazır değil misiniz yoksa?" diye seslenerek çıktım odamdan.

"Geldik geldik," diye çıktı odasından Beyza. Üzerine salaş, siyah, kısa bir tulum giymişti ve çok hoş duruyordu. Zühal ve Burçak gelince de kapıya çıktık hep beraber. "Ay Asya," dedi Beyza küçük gözlerini kocaman açarak.

"Efendim?"

"Benim elbisem diye demiyorum ama... Çok yakışmış lan."

Bir kıkırtı çıktı dudaklarımın arasından. "Teşekkür ederim," dedim. Diğer kızlar da övgülerini diziyordu. Hepimiz birbirimize methiyeler düzdükten sonra en nihayetinde Beyza, sevgilisi Enes'in kapısını çalmıştı.

ASYA'NIN AYNASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin