Günün Şarkısı: Zakkum 🎤 Hatıran Yeter
22. GÜN: "DAİMA"
***
"Bir yanda yaşanan o güzel günler.
Bir yanda anılar, bir yanda dünler.
Seni yaşatacak neler var, neler.
Bir gün gitsen bile hatıran yeter."Ekim'in 16'sı
Merhaba defter,
Bu sabaha o kadar yorgun uyandım ki güneşin doğmasını hiç istemedim. Keşke geceler on sekiz saat falan sürseydi. Bir de şu horoz erken ötmeseydi. Mazallah kendime hakim olamayıp kesebilirdim hayvanı. Sonra şişe takıp yerdim.
Güneşin ışıkları yüzüme vurup da uykumu baltalayınca çaresiz doğrularak kalktım yatağımdan. Yastığımın başında duran hırkamı üzerime geçirip banyoya gittim.
Elimi yüzümü buz gibi suyla yıkamak sabah ayazında biraz daha üşümeme neden olsa da iyi gelmişti. Yatağımın yanında boyuna uzanan koltuğun üzerine dün gece bıraktığım kitabımı alıp sessizce merdivenlere yöneldim.
Anneannemlerin evi oldukça eski bir evdi. Bir arkeoloğa danışsak tarihi eser bandrolü satın alabileceğimiz kadar eski ve bir o kadar da naif. Evin 1937 yapımı olduğunu sobasının üzerindeki mutfağın en büyük süsü olan taştan anlayabiliyorduk. Çünkü zamanında evi yapan usta eliyle şekil vermişti bu taş duvara. Yapım tarihi ve anlamadığım bazı şeyler yazıyordu. Eskidiği için pek de okunaklı değildi.
İki katlı evin üst katında üç yatak odası, geniş bir teras ve banyo vardı. Bir de dedemin ballarını süzdüğü ve ağırlığını hesapladığı bal odası.
Dedem bağ bahçe işlerinin yanında küçüklüğümden beri arılarla ilgilenirdi, bal yapar ve satardı. Anzer balını andıran bu bal o kadar lezzetli olurdu ki tadına doyum olmazdı. Bir de bahçeden taze salatalık koparmanın keyfi vardı ki hiç paha biçilemezdi.
Giriş katta yalnızca mutfak, kiler ve oturma odası bulunuyordu. Kızlara çaktırmadan evin kapısını açıp dışarı çıktım. Saat sabahın yedisi ya var ya yoktu. Muhteşem bir hava vardı, biraz soğuk ama temiz kokulu. Sanki elimi uzatsam bulutlara dokunacaktım.
Kitabımı dut ağacı ile odunluk arasına kurulmuş hamağın üzerine bıraktığım anda bir kez daha 'ü-ürü-üüü!' diye bağıran horozla olduğum yerde sıçradım.
"Allah canını almasın senin çilli!" dedim kümese doğru ilerleyip. "Canıma kastın mı var, senin? Söyle ne istiyorsan yapayım. Yeter ki sus artık!"
Ekim ayındaydık. Anneannem daha bostandan asıl hasılatı toplamamıştı. Ekimin sonuna doğru genelde bütün yetişmiş meyve ve sebzeler buradaki anneanne ve babaanneler tarafından toplanır, otobüsler veya kargo şirketleri ile çocuklarına yollanırdı. Küçük Asya'lar da afiyetle yerdi.
Biraz tavukların arasında dolaşıp kendi kendime neşeyle zıpladıktan sonra oradan çıkıp tahta kapıyı kendime doğru çekerek bostana girdim. Yüzümde asla engel olamadığım ve olamayacağım bir gülümseme ile koşarak çıktım kiraz ağacına. Üzerinde bir tane bile kiraz olmaması pek de umurumda değildi. Hırkamın cebinden telefonumu çıkartıp hevesle hava atacağım numarayı aradım.
Birkaç çalıştan sonra gür sesi doldu kulaklarıma. "Efendim?"
Dudaklarımda asılı kalan hınzır gülüşe hakim olamıyordum bir türlü. "Sabah şeriflerin hayır olsun ağabeyciğim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomanceO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19