Günün Şarkısı: Yaşar Kurt – Samistal Yaylası
33.GÜN: "YIKIM"
***
"Ben yürekten yanmışım,
Ateş beni yakar mı?
Akşamdan doğan aya,
Nazlı yârim bakar mı?"Ekim'in 2'si
Merhaba defter,
Kan. Ne hissediyorsun diye sorsan, belki alakasız olacak ama kan derdim. Ne görüyorsun, diye sorsan da kan derdim. Tıpkı ne kokluyorsun diye sorduğunda diyeceğim gibi.
Kurumuş kan siyaha döner. Kan içinde bir ruh taşır. Benim kanım karardı. Ben siyahım. Simsiyah. Ateş'in gözlerinden bile daha siyah. Ateş'in saçlarından bile daha siyah.
Gözümün gördüğü tek renk siyah artık. Görmüyorum. Sahi, görülmeye değer bir hayat mı benimkisi? Ne anlamı varsa işte. Yaşayıp gidiyorum.
Toprak, dediğini duyar gibiyim defterim. Biliyorum biraz dengesizim. Bakma öyle, ben buyum. Sağım solum belli olmaz. Severim derim, tek hareketi soğutur kendinden. Karanlıktan korkarım derim, fenersiz dalarım zift rengi geceye. Yaşamak için neden arıyorum kendime.
"Neden," diye sesli düşündüm. Bilincim açık mıydı bilmiyordum. "Neden yaşıyorum ben?"
Beni sessizlik cevapladı. Bir de ritmik bir şekilde duyulan dıt dıt sesleri. Uyanık olduğumu sanarken baygın mıydım acaba? Ya da hayatın anlamını o kadar sorgulamıştım ki Azrail halime acıyıp bana öte tarafa kadar eşlik mi etmişti?
Sus Asya, saçmalıyorsun.
Ölüler düşünemez.
Ama Türkü beni düşünmüştü. Ölümünden sonra odasında bulduğum mektupta üzülmemem gerektiğini, böylesinin onun için daha iyi olduğunu söyleyen cümlelerle beni teselli etmişti. Öldüğünde on beş yaşında bir çocuktu. Ama benim şu halimden kat be kat daha olgundu. Daha güçlüydü. Ölüm onun kaçışı değil, sığınağıydı. Belki ben biraz gözümü açıp cesur olsam onu kurtarabilirdim. Onun neden intihar ettiğini bilmeme rağmen sırf kendimi daha büyük bir suçluluk duygusundan kurtarmak için yıllarca uzak kalmıştım sevdiğim adama.
Sonuç: sıfıra sıfır, elimde var koskocaman bir sıfır.
Ölü müyüm acaba şu an?
Belki cenazemi hazırlıyorlardır. Kefenleyecekler mi beni. Ölsem kim üzülür bana içten? Annem? Başka? Belki babaannem. Ama annemin üzüntüsünü tahmin dahi edemiyorum. İkinci kez çünkü.
Ateş üzülür müydü? Üzülmezdi. Belki vicdanı sızlardı. Çünkü hatırladığım kadarıyla bayılmadan evvel ona hamile olduğumu söylemiştim. Hamile olduğumu söylemiştim? Bunu yapmış mıydım gerçekten? Haftalarca doğru an diye diye kendimi yiyip bitirmişken, sahiden tam ölürken mi söylemiştim ona baba olacağını.
Teknik olarak öldüysem baba da olamayacak ama neyse konumuz bu değil.
"Gireceğim diyorum kardeşim, çekil!" Patırtı ve itişme seslerini duydum. "Çek şu elini kolunu, kimsin lan sen? Kimsin de girmeme izin vermiyorsun?"
Ses ziyadesiyle tanıdıktı. Öyle bir tanıdıklık ki, bende en son bıraktığı iz acıydı. Gözlerimi açtım ama aşırı ışığa tabii olunca geri kapatmak zorunda kaldım. Işığa uyum sağlayınca etrafıma şöyle bir göz attım. Beyaz ile krem renginin hakim olduğu bol bol dezenfektan kokan klasik bir hastane odasıydı. Ellerimden destek alarak doğrulmak istedim ancak uyuşukluk hissi bir an beynimi kemirdi. Bacaklarım da kıpırdamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomanceO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19