Günün Şarkısı: Grup Abdal 🎤 Ervah-ı Ezelde
3. GÜN: "ZOR"
***
"El etsem sevdiğime, acep kim ne der?
Bilmem, tecelli mi yoksa ki kader?
Beni bir vefasız yâre yazmışlar."Kasım'ın 2'si
Merhaba defter,
Dünya nasıl bir yer? Nasıl oluşmuş? Nasıl bunca acıyı içinde barındırmasına rağmen hala bıkmadan usanmadan Güneş'in etrafında dönebiliyor? Nasıl?
İnsanlar nasıl katlanıyor bunca şeye? Ben neden gücüm tükenmiş gibi hissediyorum? Çok mu güçsüzüm? Fazla mı hassasım? Ya da fazla mı sevdalı?Fazla sevdalıyım galiba.
Çok zararlı benim sevgim. Olmaza düştüm ben. Olmaz da değil hatta imkansız. Unutamıyorum da onu, söküp atamıyorum da. Öylece çöreklenmiş kalbimin ortasına. Ne kendisi gidiyor, ne de yeni birinin gelmesine izin veriyor. Beni içten içe, her gün biraz biraz tüketiyor.
Aklım yine başka başka alemlere dalmışken kendime gelmemi sağlayan şey kardeşimin susmak bilmeyen çenesiydi. "Abla, uzaylı diye bir şey var mı?"
Gülümsedim. "Varlıkları henüz ispatlanmadı. Bu yüzden var diyemeyiz, ablacım. Ama yokluklarını da daha ispatlamadılar, bu sebeple yok da diyemeyiz. Ama yoklar galiba, olsalardı bir işaret verirlerdi herhalde."
Şaşırmış bir ifadeyle gözlerini büyüttü. Böyle yapınca feci şekilde tatlı olmuştu. Kardeşim çok tatlı bir çocuktu. Hatta birkaç reklam ajansından teklif de gelmişti ama babam ben oğlumu bu yaşta çalıştırmam deyip reddetmişti. Oysaki bence çok zengin olabilirdik. Çünkü Yiğit'in kıvırcık koyu sarı ile açık kahverengi arasındaki saçlarıyla babamdan aldığı açık yeşil gözleri büyük bir uyum içindeydi. Kirpikleri upuzun ve kıvırıktı. Büyüyünce çok yakışıklı olacağını biliyordum. Kimin kardeşi neticede.
"Ablacığım," dedi okul eteğimi çekiştirerek. Annem işe erken gitmek zorunda kaldığı için Yiğit bu sabah bana emanetti. Onu kreşe ben götürüyordum. "Ben şimdi anlamadım. Yani uzaylılar var mı, yok mu?"
Yüzündeki endişeyi görünce başını okşadım. "Yoklar bir tanem. Hem bu nereden çıktı şimdi?"
"Suna öyle söyledi. Ben onunla oyun oynamak istiyorum ama o bana sürekli korkunç şeyler anlatıyor." Sonunda başladık. Ne Suna'ymış her gün Suna aşağı Suna yukarı. Çocuk bu yaşta abayı yakmış kıza. Kimmiş bu Suna benim kardeşimin canını sıkıyor acaba?
Vurma defter, görümcelik damarım tuttu ne yapayım?
Kreşe varınca saatime baktım hemen, 07.04. Geç kalacaktım galiba. Hızlıca okulun kapısını açtım. Kreş zaten yan sokağımızdaydı. Bahçeli üç katlı bir evdi aslında. Rengarek bir şekilde boyanmıştı. Yiğit burayı çok severdi, nedenini tahmin etmek ise hiç de zor değildi.
O sırada Yiğit elimi bırakarak koştu. Arkasından dur, diye çağırmıştım ama durmamıştı. Fazlasıyla yaramazdı bu çocuk, fazlasıyla. Nereye gittiğine baktığımda, bir kızın yanında durup ona yüzünde koca bir tebessümle baktığını gördüm. Kızın beline gelen uzun, sarı dalgalı saçları ve masmavi gözleri vardı. Ufak fındık burnuyla çok şeker bir kızdı. Üstünde turuncu bir elbise birinin elini tutuyor, bir yandan harıl harıl Yiğit'e bir şeyler anlatıyordu. Sanırım meşhur Suna bu kızdı. Ama itiraf etmek gerekirse defter, yengem -yani Suna- bayağı tatlı bir kızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomansaO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19