Günün Şarkısı: Tuğkan - Belki De
34. GÜN: "YOKSUN"
"Yeter bu bitmeli.
Hayali bile def olup gitmeli.
Neyi kaldıysa bende hâlâ yanan,
Bir an önce söndürülmeli."Ekimin'in 3'ü
Merhaba defter,
Yoruldum. O kadar yoruldum ki ruhumun ağırlığını hissediyorum kemiklerimde. Hani insan ruhu 21 gramdı? Benim niye omuzlarımda tonlarca yük var?
Bu hayatta en çok Ateş'e kızgındım ama en çok babama kırgındım. Kapımın önünde benden nefret eden bir sapık vardı ve ben babama haber verip ondan beni korumasını isteyemiyordum. O kadar ağrıma gidiyordu ki bu. Pamir beni korkutmuyordu onunla baş edebilirdim ben. Ama ne olurdu sanki benim de yanımda olan birileri olsaydı. Ben güçlü olmazsam kimse beni korumuyordu.
Ben güçlü olmak istemiyordum ki ben sevilmek, değer görmek istiyordum.
Niye kimsenin olmazsa olmazı değildim. Bu aralar sürekli aklımı bu soru kurcalıyordu. Çok mu gaddardım, çok mu çirkindim? Kalbim mi çirkindi yoksa? Bu yüzden mi sevmiyordu ailem beni?
Ateş'e de kızmamalıydım belki de. Daha kendi babasının sevmediği bir kız çocuğunu o mu sevecekti?
Niye mutlu olamıyordum ki ben?
Bu ben çocukken de böyleydi hatta ben Ankara'ya okumaya gelene kadar da devam etmişti. Bu şehirde okumayı seçmemin tek nedeni Ateş değildi ki. Ben kendimi hür kılmak için kaçmıştım o evden.
Melek yüzünden hep azar işittiğimi, zaman zaman dayak da yediğimi hatırlıyorum ki ben de çok küçük bir çocuktum daha o zaman. 8 yaşında değildim, çünkü Melek, melek olduğu zaman 8 yaşımı yeni doldurmuştum. Yiğit benden çok küçüktü, on iki yaş vardı aramızda. Ama Yiğit bir yaramazlık yapsa yine de suçlusu ben ilan edilirdim. Ona bağırdığım için annemden tokat yemişliğim vardır. Ki bunu yaşadığımızda ben hiç de küçük değildim. Oğluna bağıramazdım, kızına bağıramazdım. Ablalarıydım ama onlar bana değil, ben onlara hürmet etmek zorundaydım sanki. Ben o evde hiç birey olarak var olmamıştım.
Akrabalarımız bile bilirdi bunu. Teyzemler anneme nasihat verirdi. Hanım hanımcık saygılı terbiyeli bir kızdım, elimden her iş gelirdi, büyük sözü dinlerdim, ahlaksız bir davranışım görülmemişti, çok iyi bir okulda okuyordum. Neden bu kıza davranıyordunuz ki, derlerdi.
Belki de yaptığım tek kusurlu hareket onların kabul etmediğini bilmeme rağmen evlenmemdi. Yine olsa yine yapardım ama bunu bilmek içimi rahatlatsa da kalbimi acıtıyordu. Vicdanen rahattım, pişman değildim. Ama ona kanmış olmak, hatta belki de ondan bana bir aile versin diye medet ummak benim ayıbımdı.
Elim ayağım titriyordu korkudan. Arayacak kimsem yoktu. Kızlara söyleyemezdim onları huzursuz etmeye hakkım yoktu. Benim tek sahip olduğum insan on metre ötemdeydi. Onu benim sanmıştım. Değildi.
Değildi ama çağıracak başka kimsem de yoktu. Benim için değilse de oğlu için gelmeliydi. Sonuçta babası oydu, değil mi defterim?
O kan çökmüş bacaklarımı nasıl hareket ettirdim de beni izlediği pencere kenarından uzaklaştım hiç bilmiyorum. Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Açmadı. Gururum 'arama' dese de, ben o an anneliğin ne olduğunu anladım.
Annelik yavrun için en değer verdiğin şeyden gerekiyorsa feragat edebilmekti. Ben de bu hayatta en çok gururuma değer verirdim. Ve onun için, oğlum için, duvarı yumrukladım. Ağlıyordum, ne zaman ağladığımı bilmiyordum. Ama hıçkırıklarımı duyuyordum kesik kesik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomanceO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19