Günün Şarkısı: Cengiz Özkan 🎤 Bir Ay Doğar
29. GÜN: "VEDA"
***
"Yüce dağ başından aşırdın beni.
Tükenmez dertlere düşürdün beni.
Madem soysuz gönlün bende yoktu,
Niye doğru yoldan şaşırttın beni?"Nisan'ın 30'u
Merhaba defter,
Arka arkaya çakmak sesi yankılandı kalabalık odada, sonra da ateşin çıtırtısı. Kavrulmuş helvanın kokusu. Ağlayan kadınların sesleri. Beyaz bir örtü, üstünde büyükçe bir bıçak. Sessizlik ama bilindik sessizliklerden değil bu, ölüm sessizliği. Söylenecek çok söz var lakin söylemeye mecal yok, istek de yok kimsede.
"Rasim!" diye bağırıyor, Rüzgar'ın halası. "Çocuklarını yetim bırakıp nereye gittin?"
Hiç tanımamış olsam da bu kadar üzgün insanları görünce vefat eden adamın iyi bir insan olduğunu anlayabilmiştim. Çaresizlikle düştü omuzlarım. Oturduğum sandalyeden kalkıp mutfağa geçtim. Daha fazla görmeye dayanamayacaktım kadının o hâlini. Biraz daha orada otursam olacakları biliyordum zira.
Kardeşi için ağlayan ablanın dizinin dibine oturup, "Hırpalama kendini abla," diyebilirdim mesela. "Ben de bikirim kardeşini kaybetmenin acısını. Zaman soğutuyor içinde yanan ateşi, söndürmüyor ama soğutuyor."
Arkaya doğru kaymış şalı düzeltip saçlarımı kapattım. Cebimden telefonumu çıkartıp ne zaman geleceğine dair bir soru barındıran mesaj attım kocama. Bir an önce hastaneye gidip görmeliydik Rüzgar'ı. Daha sonra da evimize dönmeliydik. Çünkü ilk kez İstanbul beni boğmaya başlamıştı.
Helva kavuran kızların yanına yaklaştım. Hiç anlamazdım cenaze merasimlerinden ama yardım etmek istiyordum yine de. Zaten buradaki herkesin derdi başından aşkındı. Bir işin ucundan tutabilirdim.
Helvayı hazır edip tabaklara servise başladım ben de. O sırada içeriye orta yaşlı bir kadın girdi. Komşularıydı yanılmıyorsam, başına zoraki attığı mavi şalı omuzlarına düşürerek gidip pencereyi açtı.
"Ayh!" dedi bir sandalye çekip rahat bir tavırla otururken. "Çok sıcak vallahi!"
Bir tepki vermeden tencereden aldığım helvayı başka bir tabağa koydum. Rüzgar'ın kuzeni olan genç bir kız da bana yardım ediyordu. Diğerleri ise bulaşıkları toparlıyordu.
"Şunları içeri götürebilirsiniz, kadınlar servis beklerler şimdi," deyip tabakları kıza uzattım. Kız, adını hatırlamaya çalışsam da başaramadım, geniş bir tepsiye yerleştirip içeriye götürdü tabakları. Ben de rafların oraya gidip yeni servis tabakları alıp onları doldurmaya başladım.
Rüzgar'ın babasının, Rasim Bey'in, vefatının yedinci günüydü bugün. O yüzden de ailesi bir mevlüt tertip etmişti. Dört gündür İstanbul'daydık. Akşam hastaneye gidip ziyaretimizi yaptıktan sonra, yarın sabah evimize dönecektik.
"Maşallah maşallah," dedi az önce gelen kadın. "Kimsin, kimlerdensin kızım sen? Hiç görmedim seni burada."
Başımı önümdeki tabaktan kaldırmadan cevapladım kadını. "Arkadaşıyım Rüzgar'ın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomansaO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19