Günün Şarkısı: Sezen Aksu 🎤 Sen De Benim Kadar Gerçekleri Görüyorsun
15. GÜN: "GERÇEKLER"
***
"Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun.
Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun.
Bir başka dünyanın insanısın, yavrucağım.
Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun."Eylül'ün 24'ü
Merhaba defter,
Yağmur bütün kirli günahları yeryüzünden silmek istermiş gibi yağıyor. Sanki insanların hataları fazlaymış, dünya taşıyamıyormuş gibi. Ruhumun görünmeyen; arada kalmış kuytularından dışarıya taşan buram buram yalnızlık hissi, benliğimi ele geçirecek gibi oluyor bazen. Böyle anlarda yağmura tutunuyorum.
Gökyüzünden tertemiz yağan yağmura bile kir bulaştıran ademoğlu, acıma duygusunu kaybetmiş gibi. İyiye ve güzele dair ne varsa yok etme isteğiyle dolup taşmış; masum olan her şeyi hınçla savurmaya başlamıştı.
Buna sevgi de dahildi, adalet ve merhamet de. Hızla yok edilen duygular arasında başı çeken: vicdandı. Ki vicdan; yaratılmış en masum duyguydu.
Ama bir söz vardır bilirsin: Bütün renkler kirlenmeye başlamış, birinciliği beyaza vermişler.
Bazen kader bize engel oluyor desem de, bir şekilde Ateş ile yan yana geliyorduk. Buna bir anlam veremiyordum ama bir yerlerde bizi birleştiren bir Yaratıcı olduğunu hissediyordum. Eğer o bizi birlikte görmek istiyorsa hiçbir şey engel olamazdı. O isterse komşu bile olurduk; olmuştuk.
Küçük ama sevimli evimiz, yerleşke bakımından çoğunluğunun öğrenci olduğu bir mahallede kalıyordu. Biraz izbe bir yer olsa da kirası orta halli, evleri bakımlıydı. Geçen gün olanlar beni fazlasıyla ürkütse de kızın güvende olduğunu bilmek iyi hissetmeme neden oluyordu. Sosyal hizmetler, Çiçek ve kardeşini koruma altına almıştı. Annesini de bir doktorla buluşturmuştu. Haberlerini alıyorduk.
Evimiz, üç oda bir salondu. Salona köşe koltuk ve orta sehpa ile televizyon almıştık. Odaların her birinde biz kalıyorduk. Sadece Burçak salonda kalıyordu. Çalışma masası ise Beyza'nın odasındaydı. Yaşam tarzımız; gündüz okul ve iş, akşam ders ve dizi izleme arasında seyrediyordu. Bu yaşam tarzına iyice alışmıştım ve sevmeye başlamıştım. Gerçi sevmesem kötü olurdu, sonuçta bu evden en son ben ayrılacaktım. Kızların fakülteleri dört yıllıktı, benimki ise altı yıl.
Sabah erkene ders koymuşlardı, bu yüzden güneş doğduktan yaklaşık yarım saat sonra kalktım. Elimi yüzümü yıkarken aynada gördüğüm şey bir an için tüylerimi diken diken etti. Dağılmış saçlarım, morarmış göz altlarım, kızarıp çukurlaştığı için daha korkutucu bir hâl alan lacivert gözlerim... Tek kelimeyle hayalet gibiydim.
Dolaptan yünlü gri bir kazak ve likralı siyah bir pantolon alıp giyindim. Yüzüme kapatıcı sürerek uykusuzluğun izlerini sildim. Makyaj yapmak istemediğim için sadece eyeliner çekip, nemlendirici sürerek çıktım banyodan. Aklımda birkaç gün önce Çiçek'in başına gelenler olsa da neşeli olmaya gayret edip mutfağa ilerledim, dilimde çok sevdiğim bir hareketli şarkı ile.
Kızlara kuymak yaparken bir yandan da dans ediyordum. Bugün keyfim yerindeydi. Onlara da bir sürpriz yapmak hoşuma gitmişti, çok yorulmuşlardı ve evde kahvaltı etmeyeli uzun zaman olmuştu.
Dilime dolanan o hareketli Laz türküsünü söylerken bir yanda da Zühal'in küçük bir botanik bahçesine çevirdiği balkonda yetişen domateslerden doğruyordum. Salatalıkları da ekleyip zeytin kabına ek yaptım. İçeriden ses gelmediğine göre kimse kalkmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASYA'NIN AYNASI
RomanceO, Ateş'ti. Kaçsam donacaktım, dokunsam yanacaktım. Ben de Rumi'nin dediğini yaptım. Hamdım, piştim, yandım. * 11.08.19