SENE 1955 (Bölüm 1)

342 26 3
                                    

 Soğuk akşamın ayazında perdeleri çeken Tülay, karanlıktan cama doğru yansıyan ışığın, kocası Sadri'nin bahçe kapısına koyduğu gaz lambası olduğunu anladı ve kapıya yöneldi. Fakat öncelikle, uyuyan 6 yaşındaki oğluna kapıdan bakmayı esirgemedi. Fısıldayan nağmelerle bir şarkıyı diline doladı ve kapıyı eşine açtı.

Gaz lambasını kapı girişinde söndüren Sadri, elindeki manav filelerini güler yüzlü eşine uzatarak ve aynı andaki bir tebessümle; '' Manav Ragıp'la konuşurken 19.30 trenini kaçırdım yahu ''dedi ve alelacele içeri geçtiler.

Tahta merdivenlerden sofaya çıkan, hırkasını çıkararak yatak odasındaki kapının ardına asan Sadri, doğruca oğlunun yanına yöneldi. Fakat o daha kapı kolunu açarken, içeriden küçük Tolga çıktı. Karşısında gördüğü bu heybetli adam yüzünden bir anlık korkuya kapılarak kıçının üstüne düştü. Sadri, heybetli olduğu kadar duygusal ve bir o kadar da vicdan sahibi kültürlü bir nüfus memuruydu.

Oğlunun düşmesine kahkaha ile cevap vererek onun küçük bedenini kocaman elleriyle kavradı ve onu bağrına bastı. O sırada Tülay içeriden yemeğin hazır olduğunu belirtmek için içeriye geldi. O da oğluna sarılan babanın, diğer koluna tutunarak mutlu aile manzarasını tamamlamış oldu. Ardından bu duruma bile duygusallaşan Sadri '' Haydi yemeğe geçelim '' dedi.

Yemekten sonra nostaljik yılların klasiği olan soba karşısında meyve soyan Tülay, bir yandan doğradığı meyveleri oğluna, diğer yandan ise eşine uzatıyordu. Sadri eşinden aldığı her meyveyi bir tebessümünden daha fazlasına sığdırdığı oğluna uzatıyordu. Tolga elinde babasının yaptığı tahta arabayla oynarken bir yandan da annesinin ve babasının uzattığı meyveleri yiyor,kandan kızaran yanaklarına güç veriyordu.

Vazgeçilmez olan sanal âlemlerin olmadığı bu dönemlerde, ailelerin daha samimi olduğu, ruhlarını müzik sitelerinde değilde radyoda çalan yanık türkülerde doyuran bu insanlar,sevgi saygı gibi manevi duyguların ne demek olduğunu okudukları gazete ve dönemin şartlarında pişerek öğrenirler.

Gece yolda devriye gezen bekçinin uykusunu, burnuna gelen duman kokusu açtı. Kokunun ne taraftan geldiğini anlamak bekçi için fazla uzun sürmedi. Çünkü az önce uykulu gözlerle birkaç metre geçtiği taş duvarlı konağın çatısı karanlık geceyi aydınlatıyordu. Bekçi Halil, ciğerlerine doldurduğu tüm nefesi düdüğüne bırakarak ikaz yaptı ve var gücüyle ''YANGIIINNN VARRRR '' diye bağırdı.

Sabah namazına giden bazı yaşlı köy sakinleri hemen evin önüne toplandı. Fazla uzun sürmedi ki jandarmalar ve neredeyse tüm köy sakinleri olay yerine ulaştı. İmece usulü olarak kovalarla, ellerindeki hortumlarla hatta konağın yanmayan yerlerine dayadıkları tahta merdivenlerle olaya müdahale etmeye başladılar.

O sırada içeriden sırtında battaniyesiyle ve elinde yarı baygın oğluyla Sadri göründü. Yangından çıkarak oğlunu Ebe Emine'ye, kendini ise yere attı. Fazla uzun sürmeden hatta yerde aldığı birkaç soluktan sonra kendini yerdeki bir kovayla ıslattı ve tekrardan konağa daldı. Arkasından bağıranlar onu engelleyemediler çünkü engellenecek olan Sadri değil, onun karısına olan aşkıydı. Kim geçebilirdi onun önüne? Jandarma komutanını bile tek hamlede kenarı fırlatan iri yapılı bu adam, kendisi ve aşkı kadar kocaman olan konağın çökmesi ile ardında bir ümitsizlik, bir de küçük Tolgayı bıraktı.

Nitekim öyle de oldu yangın gecesi dispansere yetiştirilerek kurtulan küçük çocuk, artık hem öksüz hem yetimdi. Tozlu köy yollarında avare şekilde dolaşan ufaklık, bir umuttur babasının ve annesinin şehre hastaneye gittiğini ve hâlâ döneceklerini bekliyordu. Köy yoluna ne zaman bir kamyonet girse umutla gelen vasıtayı göz hapsine alıyor, yanı başından geçen kamyonların kasalarına umutla bakıyordu. Fakat gelmediler, umutla gidilen yollarda muvaffak olmak her kula nasip olmuyordu. Ama Tolga bunu bilmiyordu. Babasının o gece kollarına bıraktığı Ebe Emine, Tolgaya bakamazdı. Kendisi süt satarak geçinen, kocası ise köye muhtarlık yapan gariban köylülerdi.

Aradan 1 ay geçmemişti ki Muhtar Rasim'in şehre yazdığı dilekçe neticesinde bir heyet Tolgayı almaya geldi.

Köyün dar yollarından yılan gibi kayarak gelen bu yeni araç, bütün köy çocuklarını şevkle peşine takmış, köyde bayram havası yaratmıştı. Köy meydanında toplanan birkaç köylü, büyük şehirden gelen bu insanlar karşısında el pençe duruyor, edecekleri bir ricayı emir sayacak kadar çeviklikle bekliyorlardı. Ama olmadı. O gelen şehirliler arasında, Muhtar Rasim dışında kimse diyaloğa girmedi. Vekâlet ve onay evraklarının imzalanmasının ardından sıra çocuğu almaya gelmişti. Onlar çocuğu gözleriyle ararken, küçük Tolga elindeki değneği yere sürterek onlara doğru yaklaştı. Aralarında birkaç adım kalmıştı ki değneği de yere atarak arabanın önünde durdu.

Ortalığa sessizlik hâkim olmuştu ki, çocuklar arasından sesler yükseldi; '' Nereye gidiyorsun Tolga? Dağların ardındaki ülkelere mi yoksa? Umacı seni yakalarsa görürsün. ''

Bir başka çocuk ; ''Gelirken bize hediye getirsene.'' Dedi.

Arabaya binerek köyünün tozlu yollarına son kez bulunduğu arabadan gözyaşları içinde bakan Tolga, artık bilmediği bir yere gidiyordu.  


Kuyudaki IşıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin