Bilmediği arabanın içinden indiğinde hava çok soğuktu. Yanında ki sert bakışlı adam, babası gibi olsa gerek, sert mizacına rağmen ona acıdı ve kendi üzerindeki hırkayı hiç konuşmadan çıkartıp Tolga'nın omuzlarına geçirdi. Tıpkı bu yaşında sırtına yüklenen ağır yükü gibi adamın, onun omuzlarına koyduğu cekette küçük bedenine ağır geliyordu. Zavallı çocuk dedi içinden, ne de büyük acılar çekiyor şu yaşına rağmen. Halbuki '' kader '' denilen kavram böyle olmamalıydı, herkese eşit sunmalıydı hayatın fırsatlarını.
Ardından ceketi veren adam yine hiç konuşmadan Tolga'nın elini tuttu ve iskeleye yanaşan vapura doğru ilerledi. Tolga ilk kez vapura biniyordu. Kararmış deniz, adeta martıları kovalarcasına dalgalarıyla minik hamleler yapıyordu. Gökyüzü ise karartmış hüzün yüklü bulutlarıyla sanki denize gözdağı veriyordu. Senden büyük ben varım dercesine. Tolga, korkmuş ama yanındaki adamın havalanmış kaba kaşlarından ve sert mizacından korktuğu için korkusunu bile içine gömmüştü. Ardından çokta eski olmayan zamanlardaki sobalı evini, babasının kocaman elleri arasında şefkatle uyuduğu günleri hatırladı ve gözleri doldu. Çakmak çakmak yaş dolan gözlerle ileriye bakan Tolga'yı, yanındaki adam fark etti ve durumunu anladığı çocuğa '' Nasıl beğendin mi vapuru? '' dedi. Başını öne eğen mağlup çocuk ise ses çıkarmamayı tercih etti.
Yanındaki sert mizaçlı bu görevli, Çocuk Esirgeme Kurumu memurlarından Nuri idi. Nuri'nin çocuğu olmamıştı. Belirli bir süre bunu kendine yedirememiş bu durum aile içinde birçok soruna yol açmıştı. Şehirli olmasına rağmen bir umuttur diyerek birçok hoca gezmiş, fakat bu batıl yollar bile onu çocuk sahibi yapamamıştı. Bundan dolayı olsa gerek sonunda pes etmiş masumiyetini koruması gerek iken, o tam tersini yaparak çocuklara karşı temkinli olmuştu. Mesleği de tam can damarıydı ya neyse. Birçok defa oradan evlatlık edinmeyi düşünmüş fakat kocaman adam olmasına rağmen 'başkaları ne düşünür' düşüncesinden kurtulamamıştı.
Tolga çaresizce etrafını gözlemlemeye başladı. Karanlık ama parlak denizde kara dumanlar atarak ilerleyen vapur, özgürlüğünü gökyüzünde arayan gariban insanlarla doluydu. Kimisinin yüzü güneş altında hamallık yapmaktan, kimisinin elleri insanlık uğruna çabaladığı herhangi bir işten dolayı nasırlıydı. Hepsinin amacı evine ekmek götürmek olsa da şüphesiz bu vapur helal lokma yiyecek olan insanlarla doluydu. Çünkü bedenlerini bu uğurda ortaya koydukları; karanlık gecelerde parlayan yıldızlar kadar apaçık ortadaydı.
Vapurdan indiklerinde nihayet arsız sokakların yağmur sularıyla arındırdığı ıslak zeminli, koşuşturan insanların bolca bulunduğu bir caddeye gelmişlerdi. Nuri, Tolga'nın elini tuttu ve caddeyi boylu boyunca beraberce yürüyerek bitirdiler. Yüksek taş duvarlı resmi binaların bulunduğu dar bir sokağa girdiklerinde Nuri, onun yanına çömeldi ve büyükçe olan bir binayı göstererek ; '' Bak Tolga, burası senin yeni evin. Artık burada yeni arkadaşlarla yeni kardeşlerle tanışacaksın. Hatta seni okula bile yazdırırız. '' Dedikten sonra tekrar ayağa kalktı. Ruhuna dolan duygusallıkla, gözlerindeki ince ama derin mânâlı olan yaşlarını sildi. Nuri, tüm çocuklara eşit davranırdı ama Tolga'ya karşı daha merhametliydi. Bu merhametin ve gözlerindeki yaşın sebebi kendi ailesinin de Tolga'nın ailesi gibi 6-7 Eylül olaylarında yangın sebebiyle ölmüş olmasıydı.
Kendiside yetimhaneye düşmeden önce tıpkı Tolga gibi annesi ve babasının döneceği günü uzun uzun beklemiş ama artık onlardan ümidi kestiği zamanlarda bu seferde onların nasıl öldüğünü düşünmeye başlamıştı. Acaba yanarak ölmek nasıl bir duyguydu? Yanarken insan da tıpkı yemekler gibi pişer miydi? O zamanlar Nuri'nin kafasını kurcalayan en önemli soru şuydu; Yanarak ölen insan günahları çok olduğu için mi cehennemi bu dünyada yaşardı? Ama o buna ihtimal bile vermiyordu çünkü o yangında 2 yaşındaki kardeşi Barış'ta ölmüştü. Barışın ne günahı olabilirdi ki tıpkı beyaz bir güvercin gibi göğe yükselsindi?
Saçlarını okşadığı çocuğun elinden tutarak binaya girdi ve kalın kalasların desteklediği taş merdivenlerden müdürün odasına çıktı. Üstünde ''Kemal Çakır'' yazan kapının önünde durdular. Nuri üstünü başını düzeltti ve kapıyı çalarak içeri girdiler. Şişman, tıraşlı ve güler yüzüyle müdür onları karşıladı. ' Hoş geldiniz beyler ' diyerek Tolga'nın yanına eğildi; ' Senin adın ne bakayım?' Dese de Tolga'dan yine ses çıkmadı. Bu duruma alışık olan müdür ayağa kalkarak Nuri'ye döndü 'Hüviyeti dosyasında mı? '
Nuri;
+ Evet müdürüm. Masanıza bırakıyorum. Diyerek dosyayı masaya usulca bıraktı. Ardından müdür çocuğu kucaklayarak kendi koltuğuna oturttu. Bu duruma ilk önce şaşıran ve korkan Tolga, müdürün koltuğu oyun oynarcasına çevirmesine tebessüm ederek karşılık verdi. Uzun süre odada oyalanan küçük çocuk daha sonra bayan bir hademenin hiç konuşmadan içeriye girip onu kucaklamasıyla diğer çocuklar ile tanışmak üzere odadan çıkarıldı.
Bayan hademe sert mizaca sahip olan Kerime Hanımdı. Her ne kadar sert mizaçlı olsa da merdivenlerden hızlıca inen kadının karnının ve göğüslerinin sallanması Tolga'yı güldürdü. 2 koridor geçmelerinin ardından kadın onu yemekhaneye bıraktı ve hiç bir şey söylemeden çıkıp gitti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuyudaki Işık
Narrativa Storica''...Kaderleri yetimhanede birleşen, geçmişleri gözyaşı,nefret dolu,sevgiye muhtaç çocuklar ve kaderlerindeki maneviyat bulutlarını nostaljik yılların depreşmesinde bulan,1960-80'li yıllarda geçen kaçınılmaz sonun yarattığı umutsuzluk kavgası....''