Sabahın erken saatlerinde şehre çöken ince sis tabakası, adeta güneş ışıklarına karşı süzgeç görevi görüyordu. Odaya giren ışıktan etkilenen Suphi, yatağında dönüyordu ki birden bugün ki sorumlulukları aklına geldi. Yatağından fırlayarak Tolga'nın yanına koştu. Tolga geç saate kadar Nazım'ın kitabını okuduğundan hâlâ uyuyordu. Suphi onu telaş ile sallayarak;
+ Tolga kalk kalk. İlk günden işe geç kaldık iyimi.
Yatağındaki tatlı uykudan ayrılamayan Tolga, olayın bilincindeydi ama sıkı sıkı sarıldığı yastığını sallamalara karşı bırakmıyordu. En sonunda telaş halinde gülünç duruma düşen Suphi ağabeyine;
- Günaydın o gül yüzlü sevdiğime, günaydın yeryüzünü aydınlatan yeni güne, günaydın gün görmek için bekleyene, günaydın... Günaydın... Günaydın...
Neye uğradığını şaşıran Suphi, Tolga'nın kendisiyle dalga geçtiğini anladı;
+ Ne o? Gece Nazım ile sabahladığın yetmiyormuş gibi bir de sabah sabah Nazım'dan serenat mı yapıyorsun?
Tolga buna tebessüm ederek ' Sırf sana bunu okumak için geceden ezberledim. Emek var bu işte emek.' Dedi ve güldü. Gece Nazım'ın kitabını okumuştu. Zeki, kültürlü aynı zamanda realist bir adamdı Nazım. Bu su götürmez bir gerçekti ama ya ülkesinden kaçıp ta Moskova'da yaşaması neydi peki?
O, kafasında böyle suallere cevap ararken Suphi çoktan hazırlanmış, mız mız hazırlanan Tolgayı süzüyordu. Kundurasını ayağına giyen Tolga ayakkabısının yırtık olduğunu fark etti. Bu duruma aldırış etmeyerek hızlıca ayakkabısını giydi ve ivedi şekilde yurttan çıkış yaptılar.
Güneşin tepeye doğru yükselmesi ve sislerin yorgun şehir üzerinde dağılması, geç kalmadıklarını, bilakis daha zamanın erken olduğunu gösteriyordu. Fakat bunun farkında olmayan çocuklar martılara eşlik ediyorlarmışçasına sahile paralel yürürken kafalarında muhtelif olaylar düşünerek birbirleriyle muhatap olmuyorlardı. Bir ara Suphi'nin aklına Şevki geldi ve nedensizce gözleri parlayan çocuk, 'gazete dağıtırken ilk onların sokağından geçerim' diye düşündü.
Sonunda ilk günün heyecanını yaşadıkları, gazete binasının önüne geldiklerinde etrafta kimse olmadığını gördüler ve kaldırımda oturup beklemeye başladılar. Çok sürmeden kendileriyle yaşıt bir kaç çocuğunda bina önüne geldiklerini farkettikleri an ayaklanarak sual soruyormuş gibi çocuklara bakmaya başladılar. Gazete binasının önüne gelenlerden biri Suphi'nin bir kaç gün önce sahilde gazete binasını sorduğu çocuk idi.
En sonunda Serdar sokağın başında elinde bir kese dolusu simitle göründü. Her zamanki gaflarıyla çocukları selamladıktan sonra kapıyı açtı ve içeride basımda duran işçilerinden birine çay söylemesini emretti. Diğer çocuklar her zamanki gibi içeiye girerek masa üzerinde balyalanmış gazetelerini aldılar ve bir masa başında oturan memura adlarını yazdırdıktan sonra sokaklar arasında dağıldılar. Suphi ve Tolga ise artık içeri girmeleri gerektiğini düşünerek Serdar'ın yanına gittiler.
+ Merhaba beyim.
Ofisindeki masasını düzenleyen adam, çocukların kapısını çalmadan içeri girmelerine hiddetlendi fakat onları daha önce de görmüş olduğu aşinalıktan dolayı ses etmedi;
- Merhaba... Iıı siz şu bir kaç gün önce öğle arasında bana iş soran çocuklar değil misiniz yahu?
Suphi;
- Evet ağabey.
+ Eee ne için geldiniz bakalım?
- Dün Şevki abim sizinle konuşmuştu ya bizim için. İş için yani. Sizde tamam demişsiniz bizde geldik ağabey.
+ Ahh çocuklar sizi kutlarım. Demek kafanıza koyduğunuz için buraya girebildiniz. Tamam haydi dışarıdaki memura adınızı yazdırın da o size gerekenleri söyler.
Sevinçten yerlerinde duramayan ikili, hızlı adımlarla masadaki memurun yanına gittiler ve söylenenleri dinledikten sonra gazete dağıtmak üzere binadan çıktılar. Kurallar gereği bir arada bulunmamaları ve olabildiğince bağırarak gazete satmaları gerekiyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuyudaki Işık
Historical Fiction''...Kaderleri yetimhanede birleşen, geçmişleri gözyaşı,nefret dolu,sevgiye muhtaç çocuklar ve kaderlerindeki maneviyat bulutlarını nostaljik yılların depreşmesinde bulan,1960-80'li yıllarda geçen kaçınılmaz sonun yarattığı umutsuzluk kavgası....''