İçerisi gayet havadar ve kolonya kokuyordu. Sağ tarafta bir kaç tane sıralı yeni dolaplar, solda bir kapı ve kapının açıldığı odanın ortasında kerevet ( ölü yıkanılan mermer ) vardı. İçerisi ürpertinin verdiği hissiyat ile Suphiyi üşütmeye başlamıştı. Hiç beklenmeyen bir cesaretle kapının sağında bulunan dolapları açmaya zorladı fakat gücünün olmadığından hiç birisini açamadı. Diğer odaya gitmeye karar verdiğinde sabah ezanı okunuyordu. Sabah ezanının etkisiyle dışarıda ulumaya başlayan köpekler morgta bulunan Suphiyi bir hayli korkutmaya başladı. Öyle ki dolaplardan bir ses geldiği kanısına vardı çünkü içeride bir hareketlilik vardı. O bundan emindi. Korkudan bir kenara çekildi ve sırtını kireçli duvara yaslayarak bildiği bütün duaları okumaya başladı. Evet evet emindi, inceden bir su sesi geliyordu. Şimdi de kısa süre akan ince su sesi kesilmiş, birileri ayağını yere vura vura içeride dolaşıyordu. Suphi korkudan ağlamaklı olmaya başladı. Tahta takunyalar yere sürterek ona doğru geliyordu. İçeride ruhların olabileceğini düşünürken birisi yan odanın ışığını açtı kısa süre sonra tekrar kapattı. Karnındaki dikişlerin izin verdiği mesafeye kadar yere diz çöken genç adam, neler olacağını beklerken dualara devam ediyordu. Korkudan yumruk yaptığı elleri parmaklarına kan gitmesini engelleyecek ve kendi canını acıtacak kadar sıkıydı. Kalbi ramazanda çalınan bir davul gibi güm güm atıyordu ki o, kalbinin sesini gayet net duyuyordu. Kalbinin bu vaziyeti diğer ölüleri bile diriltecek aşamada kan pompalıyor olmalıydı.
Derken kararan odadan bir insan silueti belirdi ve eğilerek ona doğru baktı. Suphi artık bağıracaktı ki doğrulan adam bulundukları odanın ışığını açtı. Gözleri kapalı, sanki ölümü bekleyen genç adam, bir ara gözlerini araladı ve karşısında sandalyeye yerleşmeye çalışan yaşlı denebilecek yaşta, takkeli, uzun sakallı ve gözleri içine çökmüş bir adamla karşılaştı.
Adam serinkanlılıkla;
+ Söyle bakalım genç. Ölü müsün, yoksa diri mi?
Suphi, onun yaşayan biri olduğuna kanaat getirerek önce art arda patlayan bomba gibi atan kalbinin dinmesini bekledi. Daha sonra çömeldiği yerde duvardan destek alarak yavaşça ayağa kalktı;
- Galiba öldüm amca.
Sessiz morgta bir kahkaha patlatan yaşlı adamın altın dişi Suphiyi daha çok korkutmuşa benziyordu ki, adamın bu gülüşünü beğenmeyerek söze girdi;
- Hacı amca. Benim abimi vurdular. Ama doktorlar bana göstermediler. Bende polisten izin alıp onu görmeye geldim.
Adam birden ciddiyete büründü;
+ Yaa, demek polisten izin aldın? O zaman ben gösteririm evladım polis devlettir, devlet başımızın tacıdır. Hemen hemen.
Adam bunları söylerken nereye gittiğinden emin adımlarla ayağa kalktı ve yan odaya geçti. Olduğu yerde beklemeye devam eden Suphi adamdan gelecek haber beklediyse de bir demir kapı sesinden başka ses gelmedi.
Aradan bir yarım saat geçti ki adam tekrar içeri girdi ve sandalyede oturmuş olan Suphiye gayet sakin bir şekilde;
+ Namaza gittim evladım. Dedi.
Suphi adamın meczup olduğunu o an anladı. Zaten böyle bir yerde görev yapmak için ya meczup olmak gerekiyordu ya da aşırı umursamaz.
- Hadi amca gösterecek misin abimi?
+ Hea, abin değil mi? Tamam tamam gel bakalım.
Adamın arkasına takılan Suphi, yan odaya geçtiklerinde kerevetin içinde yatan üstü kanlı örtüyle kapalı birini gördü. Yatan kişinin dışarıya çıkmış olan ayakları şişmişti. Bu onun uzun süredir burada olduğunu gösteriyordu. Adam ölünün başına gelerek;
+ Bu delikanlı 5 gün önce getirildi. Sağcılar tarafından vurulmuş. Kimsesi olmadığından olsa gerek, yeni hizmete açılan gasilhanede, ilk yıkanan kişi olarak 5 gündür burada yatıyor.
Adam, cesedin kanlı örtüsünü kaldırdığında, Şevkiye ait olan cesette arka kafatasından hala kanın aktığı ve yüzünden çıkan kurşunların verdiği tahribat açıkça görülüyordu. Yüzünün sağ tarafı şiş ve parçalanmış olan ceset, gerçekten de tanınmaz bir haldeydi. Sadece yüzü değil, ensesinden giren kurşunlar ön taraftan boğazını da parçalamıştı.
Suphi cesede büyük bir keder ve korkuyla baktı. Sağlam olan sol yüzünden tanıdığı Şevki ağabeyinden belkide ilk defa korkmuştu. Bu ne dehşet verici ve elem dolu bir manzaraydı. Ciğerlerine şimdi oksijen yerine kan dolmuştu demek bu yıkılmaz koca çınarın. Şüphesiz ki Suphide bu ceset kadar soğuktu şuan. Arkasında duran tahta sandalyeye oturarak yaşadıklarına hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Hiçbir yerde yoktur buradaki ulvî duygular, çünkü çaresizlik, maneviyatın hatırlara gelişi ve ölen kişinin tüm iyilikleri burada birikir, geçmişe duyulan kinden çok, geçmişin bize kattığı pozitifliğin özlemi dolar insanın içine. Gözlerden akan yaşlar üzüntüyle harmanlanmıştır ama yaşanmışlıklar vardır o yaşlarda. Bu böyle çok yabana atılacak bir konu değildir hissiyatta. İnsan sevdiğini gasilhanedeki kerevette gördü mü, bir düşünür; Nereye gidecek bu beden ve bunun yaşanmışlıkları. Bir nefes vermek istersiniz belki o an orada yatan kişiye, yahut usulca yaklaşır dinlersiniz, ümit edersiniz, acaba yaşıyor mu diye. Bunu yaparken o kadar gerilirsiniz ki, sizde nefesinizi tutarsınız. Ama çok kısa sürede anlarsnız, giden gitmiştir ve geri asla dönmeyecektir. Toprak olmadan önce ona son kez bakarsınız, inanamazsınız, ama onunla birlikte ölmediğinizi, yaşadığınızı anlarsınız. Sonra hatırınıza Yaşar Kemal'in şu sözü gelir; '' İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar. ''
Çok sonra anlarsınız ki onun bedeni gidecek ama sizin yüreğiniz onunla bir olduktan sonra bunun bir önemi yoktur.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuyudaki Işık
Ficción histórica''...Kaderleri yetimhanede birleşen, geçmişleri gözyaşı,nefret dolu,sevgiye muhtaç çocuklar ve kaderlerindeki maneviyat bulutlarını nostaljik yılların depreşmesinde bulan,1960-80'li yıllarda geçen kaçınılmaz sonun yarattığı umutsuzluk kavgası....''